TÜRKİYE’nin “NATO’-dan çıkmasına” kadar uzanan söylemler -neyse ki iktidar bu görüşte değil- için bir senaryo:
Tutun ki Türkiye NATO’dan koptu.
Ne olduğu belirsiz “Avrasyacı” bir yörüngeye savruldu.
İlk gelişme ne olacaktır?
Cevap...
“Kıbrıs Rum yönetimi -artık Türkiye’nin vetosu olmayacağından- anında NATO üyesi olacaktır.”
Sonrası...
Öteden beri, Güney Kıbrıs’ın Akdeniz’de petrol ve doğal gaz üretimine karşı çıktığımız, “pay” ve “hak” iddia ettiğimiz malum.
Buna rağmen üretecekler, Yunanistan üzerinden Avrupa’ya satacaklar.
Zaten, Yunanistan, Kıbrıs Rum kesimi ve Mısır Devlet Başkanı ve başbakanları bu konuda daha yeni bir “zirve” toplantısı yaptılar bile.
Türkiye müdahale ederse, karşısında sadece Kıbrıs Rum Yönetimi değil, bütünüyle NATO’yu bulacaktır.
Çünkü...
NATO anlaşmasının 5’inci maddesi, “üye ülkelerden birine müdahalenin, bütün NATO üyesi ülkelerine yapılmış sayılacağı ve cevaplandırılacağı” yolundadır.
Sadece bu bile “İki el bir baş içindir, iyi düşün” söylemini hatırlatmalı.
Ayrıca...
Ada Türklerinin güvenliğini garantiye alan “Kıbrıs’taki TSK birliklerini” etki katsayısı olarak aşağılara çeker.
NATO’ya karşı mı silah doğrultacak?
Bu da “iki el bir baş için” diyerek düşünmeyi gerektirir.
.....................
Dış politika ciddi konudur.
“İç siyasete malzeme yapmak tehlikelidir.”
Kalabalıklara kürsü nutku çekerek kamuoyunun ayranını kabartmak belki siyasette prim yapar ama hesapta giderek o karbonatlanmış kamuoyu seli önünde sürüklenmek de vardır.
.....................
ABD ve NATO ilişkileri “dönüşü olmayan nehirde” akmaya bırakılırsa, Türkiye, kendini Rusya karşısında “seçeneksiz” bulabilir.
Tıpkı, Rus savaş jetinin düşürülmesinden sonra Moskova’yla iplerin kopması sonrası Washington karşısında “seçeneksiz” kalması gibi...
Rusya’yla ilişkilerin onarılması ve yeniden eski düzeye getirilmesine kadar geçen uzun sürede ABD özellikle Suriye Kürtlerini sahada “başat” hale getirmek üzere çok mesafeler almadı mı?
.....................
O halde hem ABD hem NATO ile ilişkiler sürmelidir.
Elbette...
Haklarımız, Türkiye’nin “yaşam alanı” saydığı coğrafyada görüşlerimiz / çıkarlarımız savunulmalı, dostluk ve ortaklık gerekleri en etkili şekilde vurgulanmalıdır ama “kopma” olmadan.
Nasıl?
Türkiye ağır “algı bombardımanı” altında.
Avrupa ve ABD medyasında sürekli ve yoğun atışların hedefi.
Türkiye ise bu alanı adeta bomboş bırakmış.
Sadece diplomatik kanallar, Ankara’nın iktidar söylemleriyle tavır koyuyor.
Gerekli, fakat çok eksik bir yöntem.
Özellikle ABD’nin sivil toplum örgütleri, gazeteleri, TV’leri, Senato ve Temsilciler Meclisi üyeleri nezdinde -görebildiğimiz- bir etkisi, etkinliği, algıları değiştirecek hamleleri yok gibi.
İletişim ve bilgi çağında, dış politika adımlarını atacak diplomatların, liderlerin yürüyebilecekleri zemin ancak öyle oluşabilir.
Havada yürünemez ki...