9’uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel kadim dostları tarafından anıldı.
Merhum Demirel’i gazeteciliğimin ilk yıllarında tanımıştım.
Henüz 38 yaşındaydı.
AP’nin (Adalet Partisi) Kurucu Genel Başkan Em. Org. Ragıp Gümüşpala’nın vefatı üzerine boşalan koltuk için toplanacak olağanüstü kongrenin bir akşam öncesiydi.
Bir grup gazeteci, onun Fevzi Çakmak Sokak’taki ofisindeydik.
Duvarda, üzerine kırmızı ve mavi raptiyeler iliştirilmiş bir Türkiye haritası asılıydı.
Demirel bizi güleç yüzle karşıladı.
Ertesi gün seçileceğinden emindi.
Kaç oyla seçileceğini rakamıyla açıkladı.
Rakibi, o da Ispartalı hemşehrisi olan Dr. Saadettin Bilgiç partinin “teşkilattan sorumlu Genel Başkan Yardımcısı” olduğu için genel kanı “Demirel’in kaybedeceği” idi.
Öyle ya...
Yıllardır teşkilatı elinde tutan, -kendisine bağlı- isimlerle dizayn eden “Koca Reis (parti içinde böyle anılırdı)” karşısında daha birkaç gün evvel AP’ye dönen baraj müteahhidi, eski DSİ (Devlet Su İşleri) Genel Müdürü’nün ne şansı olabilirdi ki!
Söylediklerine ve öngördüğü rakama dudak bükerek ayrılıp gazete bürolarımıza döndük.
Ertesi gün kongrenin yapıldığı Büyük Sinema salonundaydık.
Gergin ortamda oylar kullanıldı.
Süleyman Demirel AP’nin ikinci başkanı seçildi.
Hem de bir akşam önce ofisinde bize açıkladığı oy sayısının sadece 1 eksiğiyle...
....................
Aradan yıllar geçtikten sonra anıları konuşurken o bir tek eksik oyun nedenini söylemişti.
Meğer “kendisine oy vereceğinden kesin emin olduğu bir delege hastalandığı için kongreye katılamamış. O nedenle öngördüğü sonuçtan bir oy eksik çıkmış sandıklardan.”
...................
Süleyman Demirel “hesap adamı” olarak tanındı/tanıtıldı.
Gerçekten iç cebinde bir “mühendis cetveli” taşır, soruları “rakamlarla” cevaplandırırdı.
O zaman elbette şimdiki gibi “hesap işlemleri” de yapan “akıllı telefonlar” yoktu. Demirel’in “mühendis cetveli” kullanımındaki ustalığı efsane gibi anlatılırdı.
Daha önceki “hesap” değil “siyasi söylem” adamları olan başbakanlardan çok farklı bir imaj çiziyordu.
1971 asker muhtırası ile başbakanlığı bıraktıktan sonra bu kez iç cebinde avuç içi kadar küçük bir “Anayasa” taşımaya başladı.
“Anayasa ve hukuk devleti” artık Demirel’in önceliğiydi.
Her zaman hukuk ve meşruiyet çerçevesi içinde kalmaya özen göstermiştir.
DSİ Genel Müdürü iken 27 Mayıs askeri darbesi... 12 Mart 1971 komutanlar muhtırası... 12 Eylül 1980 darbesi... Böylece 3 kez koltuğu devrildi, alaşağı edildi.
Darbecilerin müfettişleri Demirel’in hesaplarını her defasında didik didik ettiler. Bir açığını, bir yolsuzluğunu, bir vergi kaçakçılığını, haksız para ve mal edinimini bulmaya çalıştılar.
Ama...
Hiçbir şey bulamadılar.
O kadar bu işlerden uzaktı ki yaşamının sonuna kadar oturduğu Güniz Sokak’taki “bakkal, manav, kasap” giderlerini kardeşi gibi yakın birkaç dostu karşılıyordu.
Her gün ziyaretçilerle dolup taşan evin masraflarını emekli maaşıyla karşılaması mümkün değildi.
Ve bu konu kendi aralarında bir kez bile dile getirilmedi.
Düşünün, daha 28 yaşında DSİ Genel Müdürü olmuş, çok sayıda barajın ihalesine imza atmış... Baraj müteahhitliği yapmış... Türkiye’de en uzun süre başbakanlık yapmış ve bir siyaset duayeni ihtilallerden sonra evinde ikamete mecbur edildiğinde sadece emekli maaşı.
Her gün yüzlerce kişinin konuk edildiği evin “ağırlama” giderlerini bile “kadim yakın dostları” karşılamış.
.....................
Demirel’in pek de bilinmeyen bu yönünü nesillere anlatmakta fayda gördüm.
Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın.
Ruhu şad olsun.