TÜRKİ-YE’nin manşetleri ve TV ekranlarındaki birincil konuları “Zarrab olayı” ve “CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğ-lu’nun, Cumhur-başkanı Erdoğan’ın ailesinden bazı isimlerin yurt dışına para trafiğiyle ilgili iddiaları...”
Her iki konu da “yargıda...”
Birincisi, Türkiye’yi hedef almadığı sürece, bu ülkede kimsenin “Zarrab’ı savunması” beklenemez.
ABD tarafından “korumaya” alınarak, “sanık” statüsünden “tanık” olmaya yatay geçiş yaptırılmış olsa da bu çocuğun ne haltlar karıştırdığını bilemeyiz.
Türkiye de, kendi devletini ve kurumlarını elbette savunmalıdır.
“Türkiye’nin hedef haline getirilmesini” içimize sindiremeyiz.
Kılıçdaroğlu’nun iddiaları ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve aile yakınlarının “dava dilekçesini” vermiş olmalarıyla birlikte, artık yargı sürecinin başlamış olduğu çizgiye girmiştir.
Gerçi...
“Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı” konusunda peşin hükümler öne sürülüyor olabilir ama bu sürecin ucu açıktır.
İçeride Anayasa Mahkemesi’ne, dışarıda ise AİHM’ye kadar uzanan yolun önünde engel yok.
Kılıçdaroğlu’nun gösterdiği dekontlar için “sahte” söylemleri için de elbette karar yeri davanın görüleceği mahkemedir.
Mahkemenin tayin edeceği bilirkişi ve dekontlara konu olan bankalardır.
Yani...
“Yargıyı, yargıya bırakmak” doğru olanıdır.
Hadisenin de bir “ceza hukuku” değil, sadece “siyaset eksenli” olabileceğini düşünüyorum.
....................
Türkiye, kendi “beka” konularına odaklanmayı arka plana itmemeli.
Örneğin...
SDG (Suriye Demokratik Güçleri) ile ABD Savunma Bakanlığı “işbirliğini sürdüreceğini” açıkladı.
Başkan Trump’ın “Artık silah vermeyeceğiz” söylemiyle çelişkili görünse de şöyle tercüme edilebilir:
“PKK / PYD’nin omurgasını oluşturduğu SDG’ye yeni silahlar vermesek de işbirliğini devam ettireceğiz...”
Zaten...
ABD boğazına kadar donattı SDG’Yyi...
Daha fazla ne verecek ki?
Ayrıca...
“DAEŞ’in işi bitirildikten sonra bu silahların geri alınacağına dair” güvence için de tek kelime yok.
“DAEŞ’in yeniden toparlanmaması için SDG’yle işbirliği sürecek” gibi bir “gerekçeye” kargalar bile güler.
.......................
Oysa...
Başka şeyler pişirilmekte.
Irak’ta en geç mayısta seçimler olacak.
ABD, kendisine daha yakın, Tahran’a mesafeli ve Şiiliği Arap merkezli gören Başbakan Mukteda’nın bu seçimleri kazanmasını istiyor.
O nedenle...
“Bağımsızlık referandumu” yapan Barzani’yi Bağdat ordularının karşısında yalnız bıraktı.
Barzani güç ve prestij yitirerek Musul’dan çekildi ve görevinden de istifa etti.
Böylece Mukteda’ya “vatan parçasını, Kuzey Irak Kürtlerinden kurtaran muktedir ve başarılı lider” imajı çizildi.
Öte yandan...
Talabani’ye yakın Behram Salih’e de PKK destekli demokratik cephe kurduruluyor.
Kuzey Irak’ta yapılacak ilk seçimde Behram Salih’in Kuzey Irak bölgesel Kürt yönetiminin başına geçmesi planlanıyor.
Bu iki gelişme ise -Türkiye’nin son zamanlarda yakınlaştığı- İran’ın bölgede etkisini kırmaya dönük.
Ve Suriye’den sonra Kuzey Irak’ta da PKK proteinleniyor.
“Cambaza bak” oyununa gelmeyelim.