Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Brüksel seyahatinden “AB ile devam” işaretleri geldi.
Olumludur.
Osmanlı’dan başlayarak 200 yıla yakın süredir reformlar rotasında Avrupa var.
“Modernleş- me” yolculuğunda geriye doğru bakılırsa önemli kazanımlar olduğu gerçeği görülür.
Sadece “modernleşme” değil “var olma” gibi temel sorununda da Batı blokunda yer almak Türkiye’nin Rusya’nın (eski adıyla Sovyetler Birliği) “yayılmacı” siyaset ve emellerine set çekmiştir.
....................
Moskova İkinci Dünya Savaşı sonlarında Çarlık Rusya’sının “ılık denizlere açılma” yol haritasını benimsemişti.
Türkiye’den “boğazları” istiyordu.
Eşimin babası merhum Faik Zihni Akdur Rusya’yla bunalımlı yıllarda Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi’ydi.
Özel sohbetlerimizde üzerimize dev gibi eğilen Sovyetler Birliği’nin ağır baskılarını dinlerdim.
Bitmek bilmeyen istekler ve buram buram tehdit kokan “notaları” vermek için Sovyetler Birliği’nin -değişmez- Dışişleri Bakanı Molotof, Faik Zihni Bey’i sabaha karşı 3’te, 4’te çağırırmış.
Sırf “tedirgin” etmek, Moskova Büyükelçiliği’nden Ankara’ya gönderilecek raporlarla “gerilimi” sürdürmek için.
Büyükelçiliğin duvarları “dinleme böcekleriyle” doluymuş. Çalışan Rus hizmetliler ise “KGB ajanı...”
Büyükelçilik müsteşarını Faik Zihni Bey iş konuşmaları yapmak için Moskova’yı çevreleyen ormanlara götürürmüş ki dinlemelerden kurtulabilsinler.
.....................
İşte o baskıların tavan yaptığı sıralarda Türkiye NATO üyeliğine kabul edilmiştir.
Hem de Türkiye’nin Kore’de “ABD’nin başını çektiği kuvvetler içinde yer alması ve Çin destekli Kuzey Kore’ye karşı fiilen savaşması” bedelinin karşılığında...
Kore’deki tugayımız çok şehit verdi.
Böylece Türkiye Kuzey Atlantik Savunma Birliği (NATO kalkanı) içinde, Sovyetler Birliği’nin yayılmacı politikasını ve ağır baskılarını göğüsleyebildi.
“Türkiye’ye savaş açmanın, başta ABD bütün NATO üyelerine yapılmış saldırı anlamına geleceği ve NATO tarafından silahla cevap verileceği” güvencesi “Türkiye’nin var olma sorununa” çok önemli katkıydı.
Sovyetler Birliği üzerinde “caydırıcı” etkisi olmuştur.
.....................
AB yolculuğunun başlangıcı da 1950’li yılların sonlarına uzanır.
AB’nin o zamanki adı elbette farklıydı ama amacı bugünküyle aynıydı.
İktidardaki DP (Demokrat Parti) bu birliğe “üyelik için” başvurmuştu.
Dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun isabetli “ileri görüşü...”
27 Mayıs ihtilalinin idam için DP büyüklerini İmralı Adası’na götüren askeri deniz aracında Bayar’ın komutandan izin alarak Fatin Rüştü Zorlu’yu yanına oturttuğunu, “Fatin Bey, şu üyelik için müracaat ettiğimiz Avrupa işini bana bir anlatıverin” dediğini, o yolculuğun tanıklarından dinlemiştim.
İmralı’ya varıncaya kadar Fatin Rüştü Zorlu Bey anlatmış, Bayar dinlemiş, zaman zaman sorular sormuş.
Sonraki yıllarda AB’nin bir önceki adı “Ortak Pazar”a giriş sürecini başlatan Ankara Anlaşması törenine, çiçeği burnunda genç gazeteci olarak tanıktım.
Haberini yazmıştım.
Merhum Turgut Özal’ın donmuş ilişkileri yeniden canlandırmak için “tam üyelik başvurusu” sonrası -mealen- “Uzun ince bir yola girdik. Önümüzde çok zorluklar koyacaklar, engelleyecekler, hiç yılmadan, alınganlık yapmadan hedefe yürümeliyiz” açıklamasını yaptığı gazeteciler arasındaydım.
Tam üyelik sürecini başlatan kararın açıklandığı Brüksel’deki toplantıyı ve dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün konuşmalarını izliyordum.
O süreçte Türkiye insan hakları, hukuk, kurumların modernizasyonu, uyum yasaları, Avrupa standartları konularında çok önemli adımlar attı.
Bu süreç nedeniyle Türkiye’ye 600 milyar dolar dolaylarında yabancı sermaye girişi oldu.
Son yıllardaki duraklamalarda her iki tarafın da “üzerine düşenleri yapmaması” başlıca nedendir.
Eğer “Brüksel’de devam” kararı kelimelerde kalmaz, içi doldurulursa, Türkiye’nin çağdaşlık yolculuğunda yeni bir “ivme” iki taraf için de yararlı olur.