24 Temmuz...
“Sansü-rün kaldırılışı” bağlamında “Basın Bayramı...”
Şu satırları yazmaya başladığımda İstanbul’un çok köklü bir “pasta ve çikolata” firmasının amblemini taşıyan bir poşet getirdi gazetenin muhaberat servisinden bir görevli.
Bir kutu çikolata ve içinden çıkan Beşiktaş Belediye Başkanı Murat Hazinedar imzalı bir mektup...
Özetle şöyle yazmış:
.....................
Değerli gazeteci arkadaşım;
“Toplumsal değerlere saygılı, sorumluluk bilinci içinde tarafsız bir anlayışla görevini yerine getiren özgür basın, demokratik toplum düzeninin korunmasının en büyük güvencesidir” diye başlıyor.
“Çağdaş demokrasilerde en temel insan hakları arasında yer alan haber alma, yayma ve ifade özgürlüklerinin en etkili aracı olan basının baskı altında olduğuna” ve “157 gazeteci ve medya çalışanının tutuklu durumuna” işaret ediyor.
Buna rağmen görevini sürdüren ve toplum yararına haber üreten basının mensuplarının “24 Temmuz Basın Bayramını, Basında Sansürün kaldırılışının 109. yıldönümünü” kutluyor.
Bu jesti için Murat Başkan’a teşekkürler.
HEPSİ GAZETECİ Mİ?
Önce...
Meslekte, 50 yılı geride bırakmış, hiç ara vermeden basın, radyo ve televizyonda görev yapmış bir medya mensubu olarak bir “şerhimi” koyayım.
Bu “tutuklu” 157 gazeteci ve medya çalışanının tamamı “gerçek gazeteci” mi?
“Evet” cevabını kesin emin olarak veremem.
“Çoğunluğunun birtakım yasa dışı örgütlerin, hatta şiddet örgütlerinin, ayrılıkçı ya da darbeci hareketlerin medya ayağında olduklarını” düşünüyorum.
Diğer meslektaşlarımızın genellikle üzerinde birleştikleri “Gazetecilik kimliğini bu amaçlarla kullanıyorlar” görüşünü paylaşıyorum.
“Gerçek gazetecilerle” onların aynı kategoriye alınmalarından rahatsızız.
ÖRTÜŞME DRAMI
Buna karşılık, bir kısmıyla aynı gazetelerde, TV’lerde görev yaptığım “gerçek gazetecilerden” bazılarının “tutuklu” olmalarını da içimize sindiremiyoruz.
Haklı ve adil bulmuyoruz.
Burası “yargı” makamı değil.
Ne savcıyım ne de yargıç.
Ama...
“Basın kartımın” yanı sıra “İstanbul Barosu avukatı kartına” da sahip “hukukçu” kimliğimle şöyle düşünüyorum:
Yargı başka...
Ama neden tutuklular?
Gördüğüm kadarıyla, “tutuklu yargılanmalarını” gerektirecek şartların hiçbiri söz konusu değil.
Vicdani kanaatimin doğrultusunda “neredeyse tamamının beraat edeceklerini” söylüyor “iç sesim.”
O zaman bu “kaybolan yıllar” nasıl telafi edilecek?
24 Temmuz bayramı dramatik bir rastlantıyla Cumhuriyet gazetesinin “tutuklu” yazar, çizer ve yöneticilerinin davasında “ilk duruşmayla” örtüştü.
Acımızın, çikolatayla tatlanması mümkün değil.
Kadri Gürsel’le Milliyet’te yıllarca birlikte çalıştık.
Fetö’yü ve FETÖ’cüleri karikatürlerinde hicveden en katı karşıtlardan çizer Musa Kart mı FETÖ’cü?
FETÖ’cülerin hapse attığı Ahmet Şık mı?
“Onların FETÖ’cü ya da FETÖ’cü olmamakla birlikte FETÖ örgütüyle irtibatlı” diye iddianamelerde yer alması “nehirlerin denize değil, denizlerin nehirlere aktığı” kadar bir “imkânsızı” yansıtıyor bana göre.
Ya da “Güneş Dünya etrafında dönüyor” demek gibi bir şey. FETÖ’den 2 kez müebbet hapis istenen birinin iddianamesiyle mi bu saydıklarım ve diğerleri FETÖ’cü (!!) oluyor?
Tutuklu yargılanan “gerçek gazeteci” diğer arkadaşlarımız için de bu ve benzeri sorular geçerlidir.
.........................
Öyle görüntüler Türkiye’nin sınırlarımızın ötesinde olumsuz yargılara ve yorumlara neden olmakta.
Basın Bayramı ve sansürün kaldırılışının 109. yıldönümünde, hapiste olan “gerçek gazeteci” meslektaşlarımı buruk duygularla anıyorum.