ÇARŞAMBA ve perşembe geceleri Türkiye futbolunun “uluslararası arena” günleriydi.
Öncesinde de Milli Takım maçı vardı.
Aldığımız sonuçları tartışmayacağım.
Sadece büyük Atatürk’ümüzden bir “futbol anısı” yansıtayım...
......................
Atatürk bir gün, ani bir kararla kalkıp yakın arkadaşlarından Kılıç Ali’yi evinde ziyarete gitti.
Kapıyı Kılıç Ali’nin oğlu Gündüz Kılıç açtı.
Sonraki yıllarda Türk futbolunun efsanevi isimlerinden biri olan, herkes tarafından çok sevilen Gündüz Kılıç (Baba Kılıç), o yıllarda henüz gençti.
Galatasaray Lisesi’nde okuyordu ve Galatasaray takımında yeni oynamaya başlamıştı.
Hemen parladığı için Milli Takım’a çağrılmıştı.
Genç Gündüz, kapıyı açıp da karşısında Atatürk’ü görünce çok şaşırdı, heyecandan ne yapacağını bilemedi. Babasının evde olmadığını söyledi ama Atatürk’ü de içeri buyur etmeyi unutmadı.
Atatürk girip girmemek konusunda kısa bir kararsızlık yaşadı; ama genç Gündüz’ü önemsemez görünmemek için içeri girdi.
Genç Gündüz, elleri ayakları titreyerek mutfağa koştu; bir bardağa şerbet doldurduktan sonra bardağı getirip Atatürk’ün önüne bıraktı.
Atatürk, şerbetini yudumlarken saygıyla ayakta duran genç Gündüz’e karşısındaki bir koltuğu göstererek, “Geç şöyle otur” dedi, “seninle konuşalım biraz.”
Genç Gündüz koltuğa otururken, “Eyvah,” dedi içinden, “şimdi yandık!”
Atatürk’ün özellikle gençlere değişik zekâ soruları sorarak onları sınava çekmekten çok hoşlandığını biliyordu.
Aynı şey, şimdi onun başına gelecekti.
Sorduğu soruları bilemezse, nasıl bakardı yüzüne?
Atatürk önce,
“Neden yenildiniz?” diye sordu.
O sıralarda Milli Futbol Takımımız, “Halkevleri Takımı” adı altında, Rusya’da beş altı maç yapmış, maçların çoğunu da kaybetmişti. Genç Gündüz de takımdaydı ve birkaç maçta oynamıştı.
Genç Gündüz, sıkıntı içinde açıklamaya çalıştı. Sözcükleri zar zor bir araya getirerek birkaç cümle kurabildi.
Bu durumu gören Atatürk, başka bir soruya geçti:
“Peki, bu yenilgiler seni çok üzdü mü?”
Genç Gündüz nasıl üzüldüğünü anlatmaya başlamıştı ki Atatürk, onu bir el hareketiyle durdurdu:
“Dünyada yenilmeyen kimse, yenilmeyen ordu, yenilmeyen takım, yenilmeyen kumandan yoktur” dedi. Devam ederek:
“Yenildikten sonra üzülmek de tabiidir... Ancak, bu üzüntü insanın maneviyatını yok edecek, onu çökertecek seviyeye varmamalıdır. Yenilen, hemen toparlanmalı, kendini yeneni yenmek için olanca gücüyle, azmiyle daha çok çalışmalıdır.”
Biraz durdu, düşündü; sonra konuyu değiştirerek, “Futbol nasıl bir oyundur, nasıl oynanır? Sen bana ondan bahset!” dedi.
Genç Gündüz, çok iyi bildiği yerden gelen bu soruyla rahatladı. Hemen eline bir kalem aldı, önüne bir kâğıt çekti.
Kâğıda oyun sahasını çizdi. Sahaya kaleciyi, savunma, orta saha ve hücum oyuncularını yerleştirdi. Oyuncuların ileri geri hareketlerini, savunma, saldırı ve taktiklerini anlattı.
Onu dikkatle dinleyen Atatürk, genç Gündüz sözünü tamamlayınca, gülerek “Yahu desene, sizin oyun da bizim harp oyunları gibi bir şey. Strateji bilgisi ve kurmay kafası istiyor.”
.....................
Süleyman Bulut... “ATATÜRK’TEN KÜÇÜK ÖYKÜLER”, Can Yayınları... (Haluk San’ın “Belgeleriyle Türk spor tarihinde Atatürk” kitabından... Türk Spor Vakfı Yayınları)