8 Kasım artık kendinde değildi.
Bir ara başını sağa çevirdi, “Aleykümselâm” dedi.
Son kelimesi buydu.
“Aleykümselâm.”
.....................
9 Kasım, istem dışı kasılmalar, aşırı ter vardı.
.....................
10 Kasım Perşembe saat 9’u beş geçe...
Mustafa Kemal’i kaybettik.
Henüz 57 yaşındaydı.
.....................
Matem halindeki Dolmabahçe Sarayı tek el silah sesiyle irkildi.
Sedef kabzalı Smith Wesson’un namlusundan çıkan mermi, adeta çığlık gibi koridorları dolaştı. Salih Bozok kanlar içinde yerde yatıyordu.
Kalbine dayamış, tetiğe basmıştı.
Selanik’ten mahalleden arkadaştılar, akrandılar, tee en başından beri, Bandırma Vapur’undan beri yaveriydi, ateşten gömleği giymişti.
.....................
Saat 9’u beş geçe Mustafa Kemal’in baş ucundaydı.
Elini öpmüş, hiç konuşmadan odadan çıkmış, alt kata, kendi odasına gitmiş, her daim belinde taşıdığı beylik tabancasını çekmiş, soğuk namluyu iman tahtasına dayayıp tetiğe basmıştı.
Ölmedi Salih...
Mermi kalbini sıyırmış, 2-3 mm yanına saplanmıştı.
Kurtarıldı.
Canlı cenaze gibi yaşamaya devam etti.
.....................
Mustafa Kemal için ölüm raporu yazıldı.
Dokuz tıp profesörü imzaladı.
“10 Kasım 1938 Perşembe sabahı, saat dokuzu beş geçe muazzez ve büyük hasta terk-i hayat eylemiştir.”
......................
Yüzünün ve sağ elinin maskı alındı.
Kurşun galvanizli tabuta yerleştirildi, kapağı kapatıldı.
Gül ağacından tabuta yerleştirildi, kapağı kapatıldı.
Üzerine Türk bayrağı örtüldü.
.....................
16 Kasım... Dolmabahçe Sarayı’nda muayede salonunda katafalka yerleştirildi.
Sabah saat 10’da ziyarete açıldı.
İnsan seli aktı.
Güya saat 24’te son verilecekti ama mümkün değildi, önünden hıçkıra hıçkıra geçti, yüz binlerce yurttaş sıradaydı, aralıksız devam edildi.
17 Kasım...
Hava çoktan kararmıştı.
Ortaköy yönüne uzanan kuyruğun ucu bucağı görülmüyordu.
Maalesef, izdihamdan dalgalanma oldu... Durun ittirmeyin demeye kalmadı, girişin kapısının önünde, Saat Kulesi’nin çevresinde çığlıklar yükseldi. Atlı polisler arkadan yüklenen kalabalığı dağıtana kadar iş işten geçti, insanlar sıkıştı, ezildi, 11 kişi hayatını kaybetti.
Ertesi günkü gazeteler, hükümetin tebliğini yazıyordu:
Deniz yolları işletmesi müdürü Raufi Manyasizade’nin 16 yaşındaki kızı Bilun, İstiklal Caddesi’nde oturan Bayan Anna, İstiklal Caddesi’nde oturan Rona Kişnir ve kızı Bella, Bakırköy’den Hatice Hanım, Kurtuluş semtinden sütçü Diyamandi, Topkapı’da oturan Abdülhamid Bey, Aksaray Laleli’de oturan Bayan Kevser Mehmed, Tarlabaşı’nda oturan Satenik Ohannes, Saint Benoit öğrencisi 15 yaşındaki Paul Kuto ve Beyoğlu Lüksemburg otelinde kalan Bay Leon’du.
Kadın erkek, genç yaşlı, Müslüman, Hıristiyan, Musevi, Rum, Ermeni... “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” şemsiyesi altındaki tüm yurttaşlar, memleketin ortak paydası Mustafa Kemal’e gözyaşı döküyordu.
........................
Bodrum Bitez sahilinde tek başıma yürüyordum.
Düşüncelere dalmışken, balıkçı barınağının karşısındaki taş duvarın önüne çömelmiş bir genç dikkatimi çekti.
Üstü başından teknelerde çalışan bir çımacı olduğu anlaşılıyordu.
Hava kararmıştı, elektrik direğinin altında elindeki kitabı okumaya çalışıyordu.
“Hangi kitap” diye merak ettim.
Merakımı tatmin etmem hiç de zor olmadı.
Beyaz kapak ortasında sadece “M. Kemal” imzası olan Yılmaz Özdil’in yazdığı kitap.
Ne anlatayım, işte Atatürk gerçeği!
Yukarıdaki satırlar da işte o kitaptan alıntılar.