Yıl 1958...İsrail’in efsane Dışişleri Bakanı Golda Meir Türkiye’de...
Dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’yla esrar perdesi hâlâ kalkmamış bir görüşme yapıyor.
Görüşme yerinin bir özel “yat” olması bile düşündürücü...
Neden başkent Ankara’da değil...
Neden denizde?
Neden “özel” bir yatta?
Belli ki “sızma” olmamasına büyük özen gösterilmiş.
Daha önce bir yıl boyunca Türkiye ve İsrailli devlet yetkilileri sessiz ve derinden toplantılarla bu “yatta görüşmenin” zemin taşlarını döşemişler...
Ve 29 Ağustos 1958...
İsrail Başbakanı Ben Gurion Ankara’ya geliyor.
Resmi bir ziyaret.
Dönemin Başbakanı Adnan Menderes-Ben Gurion görüşmeleri sürerken, Genelkurmay Başkanı Org. Fevzi Mengüç’ün de “olumlu görüşü” alınıyor.
Demek “yaklaşımın” askeri “boyutu” da var.
Sürece ABD Başkanı Eisenhower’ın da dahil olduğuna, bütün bu adı geçenlerle arasında “özel mektupların” teati edilmiş olduğuna da işaret edeyim.
.....................
Bütün bunlardan sonra bir “anlaşma”, bir “ortak görüş” açıklaması?
Hayır...
Ne var ki... 1964-1966 yılları arasında Genelkurmay Başkanlığı İstihbarat Başkanlığı yapmış bulunan Amiral Sezai Orkunt’a ait olduğu söylenen bir söylemde önemli “kenar notu...”
“Türkiye-İsrail arasında sadece 10 sivil ve askerin haberdar olduğu bir anlaşma olduğu!..”
İki Dışişleri Bakanı’nın denizde devletin Savarona yatı varken -özel bir yatta, hiçbir sızıntı olmayan uzay sessizliğindeki buluşmaları...
Hiçbir -dişe dokunan- resmi bildirisi olmayan iki Başbakan’ın buluşması...
ABD Başkanı’yla hepsinin bu görüşmelerle ilgili “Yakınlaşmalıyız” özel mektupları.
Bütün bunlardan sonra “asker, sivil sadece 10 kişinin bildiği bir gizli anlaşmanın varlığı” iddiası çok da “komplo teorisi” gibi görünmüyor.
....................
Dedikodular başlayınca, Arap ülkelerinden başta Irak rahatsızlık sesleri yükselince, vitrine “fren” görüntüsü konuyor.
Menderes, Ben Gurion’un -o yılların deyimleriyle- “iade-i ziyaret” davetine “icabet” etmiyor.
Ama bir ilginç ismi gönderiyor.
Kimi?
O yıllarda “geleceğin başbakanı” olarak söz edilen, ABD’nin de tuttuğu, DSİ Genel Müdürü Süleyman Demirel’i...
27 Mayıs 1960 ihtilalinde DSİ Genel Müdürü olan, henüz 30’lu yaşlarındaki Demirel, Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak Türkiye iç ve dış politikasında “kalıcı ve derin” izler bırakmıştır.
İsrail’in, ABD-Türkiye ilişkilerindeki etki katsayısının bilincindeydi, İslam ülkeleriyle platonik, fakat Tel Aviv’le “real politik” paralelini özenle sürdürmüştür.
Türkiye’ye ABD silah ambargosundan tutunuz, “Ermeni lobisinin soykırım tasarısını” yasama kararı haline getirmeyi hedefleyen, ısrarlı ve her yıl tekrarlanan hamlelerine kadar hep Washington’dan, Yahudi lobisinden, Tel Aviv yönetimlerinden yararlanmıştır.
Demirel Ortadoğu’da kalıcı barış için, çözümü amaçlayan “akil adamlar heyetinde” İsrail devlet adamı Şimon Perez’le birlikteydi.
Bu misyonu ciddiye alıyordu.
İslam ülkelerinin hassasiyetlerini de gözetiyordu.
Nitekim...
6 Gün Savaşları’ndan sonra 1967’de Türkiye Arap ülkeleriyle birlikte İsrail’i kınadı. “İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesini” istedi.
Ancak “İsrail ile ilişkilerin kesilmesi” önerisi, onun başbakanlığında benimsendi.
Fas’ta yapılan İslam Örgütü toplantısında İsrail’in “saldırgan devlet” olarak tanınmasına Türkiye karşı çıktı.
AK Parti iktidarının ilk yıllarında bu çizgi sürdürüldü.
İsrail Hava Kuvvetleri’ne Türk hava sahalarında tatbikat izni verilmişti. Akdeniz nehirlerinden İsrail’e su verilmesi projesi üzerine çalışılıyordu.
“Antisemitizmin insanlığa karşı suç olduğu” dile getirildi. “İran’ın nükleer silah çalışmalarının dünya için tehlike oluşturduğu” açıklandı.
İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez ile Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas Ankara’ya gelerek TBMM kürsüsünde konuştular.
Türkiye ciddi bir denge aktörüydü....
Sonuç. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir.
Türkiye büyük devlettir, misyonu vardır.
.........................
Not: Bu yazıda Onur Öymen’in “ARKA PLAN” adlı kitabından da yararlandım. Değerli çalışmayı tavsiye ederim.