Dünyanın eskisi gibi dönüp dönmediği, gündüzler ve geceler, aylar ve mevsimler, gülüşler, gülmeyişler, büyük gözüken dertler ve küçük sevinçler, yaşamınızın bütünüyle değiştiği gün tanıştığınız “yoklukla” anlamını yitirir.
O günden sonra artık her şey eksik, her şey silik, her şey biraz daha zorlama.
Yokluk, ateşi zaman zaman harlanan ancak hiç sönmeyen bir cehenneme adım atılan kıyamet günü gibidir.
***
Çorlu’daki tren faciasında yaşamını yitirenlerin aileleri, bu bayramı yoklukla geçirecek.
9 yaşında ölünmez ya.
İşte Çorlu’da 9 yaşındaki oğlu Oğuz Arda Sel’i yitiren Mısra Öz Sel’in sosyal medyadaki, “yargılansınlar” feryatları, tam da bu isyanın resmidir:
“Daha fazla, çok bir şey değil istediğim. Olayın nedeninin tüm gerçekliğiyle araştırılması. Sorumluların her kim olursa olsun (!) yargılanması... Sanki oğlum da soruyor ‘neden’ diye!”
“Ben senin elini sıkı sıkı tutardım. Ben senin kucağına yatardım. Ben seninle dünyaya kafa tutardım. Yanımda olmadığına inanamıyorum! Yanımda olmamana anlam veremiyorum. Neden diye düşünüp hiçbir cevap bulamıyorum. Oğlum.”
...Zira o büyük yokluğun can acıtan tarafını sadece adaletin sağlanması biraz olsun hafifletir.
***
Çorlu’daki tren faciasının üzerinden 42 gün geçti.
Bir sorumlu yok ortada.
Oysa, hazırlanan raporlar, sorumluları net biçimde işaret ediyor.
Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası’nın raporunda, konvansiyonel hatlarda yaya yol bekçisi sayısının sadece 39 olduğu, tatil günlerinde masraf olmasın diye işçilerin çalıştırılmadığı, kontrolü yapılmadığından Çorlu’daki kazaya yol açan menfezdeki çökmenin fark edilmediği, aynı hatta onarım için çıkılan ihalenin kazadan 18 gün önce iptal edildiği, yol koşullarına uygun hatlar yapılmadığı anlatılıyor.
TTMOB Jeoloji Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nin raporunda da yığma tuğladan yapılan, yoğun yağışa dayanıksız menfezin çökmesinin beklenmesi gerektiği, yol bekçilerinin izleme yapmamasının da faciaya yol açtığı belirtiliyor.
CHP’nin raporunda da paralel tespitler yapılarak, yoğun yağış uyarısına rağmen önlem alınmadığı vurgulanıyor.
Ama soruşturmada ilerleme yok.
Ne kadar zor olabilir ki?
O hattın bir sorumlusu, önlem almakla görevli yetkilisi, ihaleyi iptal edeni, yağışa rağmen önlem almayanı var ve biliniyor.
Ama Türkiye’de gelenektir, devletin sorumluluğu bulunan olaylarda, sanki devleti küçültecekmiş gibi, “Ağzımızın tadı kaçmasın” denir.
Bir olayın nedenlerinin araştırılmasının bir yaşam biçimine, iktidara, tercihlere saldırı olarak algılanması da bu büyük gelenek gibi artık yerleşiktir.
***
Tahir Elçi’yi öldüren kurşunun sahibini bulmak ne kadar zor olabilir?
Ya da annesinin, “kokmasın” diye bedenini buzdolabında sakladığı 9 yaşındaki Cemile Çağırga’nın dosyasının, “Fail bulunamadı” diye zaman aşımına terk edilmesi nedendir?
99 depreminden sonra, “bir yatıp çıkan” trajedi sembolü isimlere hâlâ nasıl inşaat izni verilir?
Necip Hablemitoğlu’nun, Uğur Mumcu’nun, Ali Tatar’ın, Murat Özenalp’in, 10 Ekim’in ismi yazıya sığmayacak kadar çok, yok edilenlerin sorumlulukları...
O yüzden içi en boşalmış kavramlardan biridir, “unutulmayacak” sözleri.
Unutulur.
Zaten hasbelkader birkaç sorumlu işaret edilirse, İnfaz Kanunu’na göre neredeyse yaptırım da kalmamıştır.
İşte bu yüzden, acıları yaşayanların kapılarını kapatıp yarınsızlığa mahkûm olmaması için, onarıcı bir hafıza kalabalık bir bayram sofrası gibi mühimdir.