Günler bir biçimde geçiyor, mevsimler de. Ve gerçeğin inatçılığı da tıpkı günler gibi. Dünya yuvarlak ve ne denilirse denilsin, Galileo’nun dediği gibi, ‘dönüyor’ yine de...
Uygarlık tarihi boyunca, adaletsizliğin olduğu her yerde adaleti büyük bedeller ödemek pahasına savunanlar da her zaman oldu.
FETÖ’nün 2007’den itibaren Ergenekon operasyonlarını dalga dalga büyüttüğü dönemlerde büyük cesaretle hukuksuzlukların üzerine gidenler adaleti getirdi.
O dönemde, Avukat Fikret İlkiz ve Ergenekon sanıklarının avukatları, dosyaları didik didik tararken, çok önemli bir belgeye ulaştı.
2008’de sabaha karşı evi basılan ve 83 yaşında gözaltına alınan Cumhuriyet gazetesi Başyazarı İlhan Selçuk’un telefonları istihbari olarak dinlenmiş, istihbari dinleme kayıtları, mahkeme kararıyla, “kanıt” sayılarak gözaltı işlemi yapılmıştı.
CMK’da yer alan, “istihbari dinlemeler kanıt sayılamaz” açık hükmüne rağmen, mahkeme, “Ergenekon’un ortaya çıkartılmasındaki güçlüğü” gerekçe göstererek yasayı, kararla aşmıştı.
Ergenekon dalgaları büyüdükçe, bu usulsüzlükler de tek tek açığa çıkmaya başladı.
Yasadışı dinlemeler, sanıkların hastane sevklerinin önlenmesi, sahte dijital deliller, sahte cephanelikler.
Bütün bu konularda yapılan şikayetler sonuçsuz kaldı.
Gazeteci Ahmet Şık da o dönemde, FETÖ’nün operasyonlarına yönelik kritik belgelerin peşindeydi.
Şık, “İmamın Ordusu” adını verdiği kitabında son aşamaya gelmiş, kumpas kurulan emniyet müdürleri ve yargı mensuplarıyla telefonla randevulaşarak yüzyüze görüşmeler yapmış, kumpaslarla ilgili kritik bilgiler elde etmişti.
Erişmeye çalıştığı belgelerden biri de kimlerin tutuklanacağı, kimlerin gözaltına alınacağına yönelik, “sivil imamların” da katıldığı operasyon toplantılarına yönelik tutanaklardı.
O tutanaklarla ilgili araştırma yaptığı dönemde Odatv soruşturmasına dahil edilerek, 3 Mart 2011’de tutuklandı.
***
Odatv operasyonu, 14 Şubat 2011’de, şimdi firari durumda olan Savcı Zekeriya Öz’ün talimatıyla başlatılmıştı.
İlk dalgada Soner Yalçın, Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu tutuklandı.
3 Mart’taki ikinci dalgada, Ahmet Şık, Nedim Şener, Doğan Yurdakul, Müyesser Yıldız, Coşkun Musluk, Sait Çakır.
Operasyonun devamında tutuklu listelerine, MİT mensubu Kaşif Kozinoğlu, emniyet müdürü Hanefi Avcı eklendi.
23 Mart 2011’de ise Şık’ın henüz basılmamış kitabı, “İmamın Ordusu” için toplatma kararı çıktı.
Şık’ın elinin değdiği tüm bilgisayarlar incelendi, kitap taslakları, “temizlendi.”
İddianamede, tutuksuz yargılanan Mümtaz İdil, İklim Bayraktar, Ergenekon davasında tutuklanan Yalçın Küçük de vardı.
***
Elbette beş benzemezden bir dava çıkartmak, o davayı da Ergenekon’a bağlamak “kolay değildi.”
14 sanıklı davayı açabilmek için Savcı Öz’ün Ergenekon’dan bildik “numaralara” ihtiyacı vardı.
“Truva atı” olarak bilinen spam maille Odatv bilgisayarlarına yerleştirildiği ortaya çıkan belgeler, kamuoyuna, “mühim darbe belgeleri bulduk” diye aktarıldı.
İddiaya göre, bilgisayarlardan, “Ulusal Medya 2010”, “Bilinçlendirme”, “teRTEmiz” ve “darbe.doc” isimli dört dijital belge çıkmıştı.
Bu belgelere göre Ergenekon’u itibarsızlaştırmak için faaliyete geçen “Ergenekoncular”, Hanefi Avcı, Nedim Şener ve Ahmet Şık’a kitap yazdırmışlar, hatta, “Nedim’in Ahmet’i iyi çalıştırması” talimatı vermişlerdi.
İddianamede, bunu destekleyen “kanıtlar” ise şöyle sıralanıyordu:
“300’ü aşkın haber, 300’e yakın yazı, röportaj, köşeyazısı, makale...”
***
O dönemde, davanın ne kadar mühim olduğunu anlatanlar, sahte delilleri anlatanları teröristlikle suçladı.
Bir bölümü sonradan “pişmanlık” duyup, FETÖ’nün “karşısına” geçti.
İnsan hali, herkes pişman olabilir, yanılabilir elbette.
O isimlerden biri Hüseyin Gülerce’ydi.
Operasyonun yapıldığı günlerde ise yazısında şöyle demişti:
“OdaTV operasyonunun ikinci dalgasında, yeni aramalar ve gözaltılar var. Biliyorum, bugün birileri yine basın özgürlüğünü hatırlayacak... Ergenekon dostları ve dayanışma merkezleri, seslerini yine yükseltecekler... İkinci dalgaya bakalım. Ciddi iddialar var... ‘teRTEmiz’ isimli notta, medyayı kullanma çalışması yapılmış... Bir kısım medyada çıkan haber ve yorumlar, tam da bu paralelde değil mi? Tamam herkesi zan altında bırakmak yanlış. Ama Ergenekon korosunun, perde gerisindeki şeften habersiz çaldığını kabul etmek de, şunca olan bitenden sonra fazla saflık olmaz mı?”
***
İlhan Selçuk, davaların sonucunu göremeden 2010’da yaşamını yitirdi.
Odatv davası görülürken, MİT’çi Kaşif Kozinoğlu cezaevinde hayatını kaybetti.
Çocuklar büyüdü, mevsimler, yıllar geçti, insanlar yıllarını cezaevinde geçirdi.
Gün geldi, işler tersine döndü.
Önüne geleni, “kaçma şüphesi” var diye tutuklayan savcılar, ilk fırsatta kaçtı.
O davaları savunanların büyük bölümü de.
Geçen hafta o davada yargılanan tüm sanıklar beraat etti.
Ahmet Şık’tı sanıklardan biri de.
Konuşmaya çalışırken jandarma, tuttu kolundan, annesini, eşini bırakıp bir tarafta, yine götürdü cezaevine.
Bu kez de FETÖ’ye destekten yargılanıyor Ahmet Şık, “kanıtlar” yine yazılar, twitter mesajları.
Bir adalet garipliği ile Hüseyin Gülerce davanın tanığı yapıldı, Şık ve Cumhuriyet yazarlarının FETÖ’ye destek verip vermediğini soracaklar kendisine.
Günler bir biçimde geçiyor, mevsimler de.
Ve gerçeğin inatçılığı da tıpkı günler gibi.
Dünya yuvarlak ve ne denilirse denilsin, Galileo’nun dediği gibi, “dönüyor” yine de.