Türkiye, demokrasi tarihinin en önemli seçimini yüzde 88 gibi yüksek bir katılımla ve yüzünün akıyla geride bıraktı.
Birinciye “kuruluş”, ikinciye “demokrasiye geçiş”, bu üçüncüye ise “demokrasi-milli irade” deyip, cumhuriyeti üç evrede değerlendirebiliriz.
Daha ilk günden Meclis’in duvarına “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyerek yola çıktık ama milletin egemenliğinin önüne sayısız şartlar ve engeller koymayı maharet bildik.
Bunu da vesayet anayasaları ve vesayet odakları marifetiyle gerçekleştirdik.
Demokrasilerde baş tacı yapılması gereken milleti öylesine aşağıladık ve öylesine adam yerine koymadık ki bizzat cumhuriyeti bile demokrasi diye ona yutturmaya çalıştık!
24 Haziran seçimleriyle millet, kendi adına (milli irade) taze bir başlangıç yaptı. Bu güne kadar hep amatör ligde oynatıldı. 24 Haziran’da ilk defa milli oldu.
Önüne konulan sandıkla, bizzat (doğrudan) hem cumhurbaşkanını ve o cumhurbaşkanının başkanlık edeceği hükümeti (yürütme erkini) belirledi. Artık ne koalisyon hükümetleri, ne “güvenoyu” ve ne de “gensoru” handikapları var.
Bundan böyle siyaset kurumu, kendini(!) ve halkını kandıramayacak. Tersine çevrilen demokrasi piramidi düzeltilip kaidesi üzerine oturtulacak.
Eskiden (vesayet dönemlerinde) tersine çevrilen piramidin en altında millet vardı ve altta kalanın canı çıksın deniyordu.
Ayrı oldukları şeklinde millete yutturulan; Yasama (Meclis) ve Yürütme (hükümet), gerçekte iç içe idi ve hatta Meclis, hükümetin emrindeydi.
Halkın seçtiklerinin tümü ise, vesayet dolayısıyla askeri ve sivil bürokrasinin elinde adeta oyuncaktı. Örneğin, millet seçtikçe onlar kapatıyor ve ülkeyi siyasi partiler mezarlığı haline getiriyorlardı.
Mahut bürokrasi öylesine pervasız davranıyor ve öylesine gemi azıya alıyordu ki tek başına iktidarda olan AK Parti’yi bile “laikliğe karşıt eylemlerinin odağı haline gelmek!”le suçluyor ve kapatılmasını istiyordu.
Bakınız, AK Parti suçlandığı konuların hemen hepsini hayata geçirdi, laiklik ise hâlâ yerinde duruyor! Kimsenin laiklikle bir problemi yok; lakin laikliği dine ve dindarlara baskı aracı olarak gören ve bu şekilde uygulamaya kalkışanlarda problem var.
Evet, Atatürk Türk kadınının başını açtı ama başını açanı medeni, açmayanı öcü ilan etmedi. Başta kendi annesi ve eşi olmak üzere kimseyi buna zorlamadı.
Kraldan fazla kralcı kesilenler ise, başörtüsü gördüklerinde cin çarpmışa dönüyorlardı.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile demokrasi piramidinin en üstüne, yani olması gereken yere millet konularak, gerçek belirleyici oldu.
24 Haziran seçimleriyle milli irade şahlanmış ve millet, dosta ve düşmana, demokrasinin ne olduğunun ve ne olması gerektiğinin dersini vermiştir.
Kimilerince “kıllı”, “göbeğini kaşıyan” ve “cahil” diye yaftalanıp güdülmesi gerektiği söylenen bu millet, 24 Haziran seçimleriyle kendini ‘güdücü’ olarak konumlandırmış ve mahut zevatı önüne katmış ve sandığa gömmüştür.