Şahıs ve cemiyet planında telafisi mümkün olmayan kaybımız ahlak ve maneviyattır.
Bunu, ister aileye, ister okula, ister sokağa ve isterseniz zamana veya bunların karışımına bağlayın; toplumsal değerlerimizdeki erozyon tek kelime ile travmatik bir hal arzetmektedir.
Vaktiyle duayen gazeteci ağabeylerimizden birinin çok enteresan bir tespiti vardı: “CHP, Bu ülkede Allah korkusunu, DP de kanun ve devlet korkusunu kaldırdığından; meydan yeri ahlaksızlara, kanunsuzlara ve namussuzlara kalmıştır!”
Bundan dolayadır ki, bu ülkede; “Namusluların da en az namussuzlar kadar cesur olmalarına!” vurgu yapılmıştır.
İnsanı insan yapan değerlerin başında utanma duygusu gelir. Utanma duygusunu yitiren hayvan bile değildir; ondan daha aşağı süfli bir yaratıktır.
Bundan dolayıdır ki, bizim kültürümüzün temelini oluşturan cümlelerden bir tanesi de: “Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” şeklindedir.
Erkeğin egemen olduğu bir toplumda yaşıyoruz; kadınları kız kardeşimiz, annemiz, eşimiz, halamız, teyzemiz vb. bilmemize rağmen onlara, utanmadan şiddet uyguluyoruz.
Ya bu mefhumların ne olduğunu bilmiyoruz, ya da kendimizi tanımıyoruz! Şayet insansak, bunların hiç birini yapmamamız gerekir; yapıyorsak da, insanlıktan çıkıp layık olduğumuz inlere çekilmeliyiz! İnsanların arasında yaşamamalıyız.
Suriyelilerin başlarına gelenler malum; Allah, düşmanımıza bile böylesi zulümler göstermesin! Kardeşin kardeşi, “Allahü ekber!” diyerek kestiği nerede görülmüştür?!
Evleri-barkları, yurtları başlarına yıkılan ve bu enkazdan canını kurtarabilen yığınla insan, ülkelerini terk edip bilinmez diyarlara gittiler. Çoğu Akdeniz’in sularında boğuldu; bebek cesetleri sahillere vurdu.
Suratlarının astarı köseleden daha kalın dünya ülke liderleri, Suriye’deki mezalime seyirci kaldı.
Suriyeli mültecilere kucak açan ve onlarla ekmeğini paylaşan birkaç ülkenin başında Türkiye geliyor. Bu hal, bizim hem geleneğimizin ve hem de insaniyetimizin gereğidir. Toplumun öncülüğüne soyunan ve hatta görünürde toplumun önünde gözüken, birkaç kendini bilmezin yavelerine bakmayın!
Onların, Suriyelileri aşağılamak için söyledikleri, öz ciğerlerinin ufunet kokusu olsa gerektir!
Hunharca katlettiğimiz bebeğin ve hamile annesinin; Suriye’ye yollanan tabutunda, onların cesetlerinden maada maneviyat yoksunu, bizzat bu toplumun kendisi vardı; biliyor musunuz?
Soysuz canilerin elinde katledilen masumlar şehadete yürüdüler; ya o masum kanları, kirliden de kirli ellerinde saklayanlar; onların, dünya-ahiret gidebilecekleri bir yer var mıdır?
Öyle ki; kirliden de kirli yüzlerine tükürmeye bile iğrenir insan.
Üstelik bu denli aşağılık tavrı, yalnız onlara değil; içimizdeki kendi kadınlarımıza da reva görüyor ve hemen her gün bu uğursuz haberlerle toplum olarak sarsılıyoruz.
Bütün bu kepazelikleri 3. Sayfa haberleri deyip geçiştiremeyiz.Her geçen gün; insani değerlerden uzaklaşan bu toplumu, kaybettiklerine kavuşturacak yolu-yordamı bulup seçmeliyiz.
Başta devlet olmak üzere; sorumlu olan herkese görev düşüyor. Herkes kapısının önünü süpürse, sokak temiz olur diyemiyoruz; çünkü sokaklar, süpürmekle temizlenecek gibi değil!
Zira zamanın mütefekkirinin belirttiği gibi; ‘ …yer altından akması gereken lağımlar dışarıdan (yüzeyden) akıyor!’
Malum; mazlumun ahı ‘Arş’ı titretir ve gelen gazab-ı ilahi zalimleri seçip ayırmaz; zulme, her kademede rıza gösteren veya sessiz kalan tüm toplumu kapsar.