Türkiye’nin İran ve Rusya ile yakınlaşma-sından dolayı, dış politikasında ‘eksen kayması’ndan söz ediliyor. Buna da Suriye konusunda ortaklaşa başlattıkları Astana süreci ve Türkiye’nin Rusya ile yapmış olduğu ticari anlaşmalar (Akkuyu Nükleer Santrali, S-400 füze sistemi) gerekçe gösteriliyor.
Sayın Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde, katıldığı Davos toplantısındaki “One minute” çıkışında da aynı kaygılar dile getirilmiş ve Türkiye’nin yalnızlığa itileceği vurgulanmıştı.
Dün bu sözlerin bir mantığı olabilirdi ama bugün böyle bir şey söz konusu değildir.
Zira Türkiye düne kadar Batı’ya endeksli, adeta ‘uydu’ konumunda bir ülkeydi. Zamanın başbakanları ABD’den gelecek telefonlara göre hareket eder ve Türkiye’den edilecek telefonların ABD’de uzun uzun çalması ve açılmamasından endişeyle yürekleri hoplardı.
Bunu da utanmadan, Türk halkının gözlerine bakarak dillendirirlerdi.
Şimdilik bu kadar açıklamakla yetineceğimiz mahut Türkiye’nin ekseninin olduğunu kim iddia edebilirdi? İradesi kendi elinde olmayan bir ülkenin ekseni olsa ne, olmasa ne?
Türkiye’de ocak kızışıp, iş başa düşünce, eksenin ne idüğüyle birlikte, dost da düşman da görüldü.
Bize dost ve müttefik gözükenlerin düşmanlıklarını dün de görmüştük. ABD Başkanı Johnson’ın İnönü’ye yazdığı ‘tehdit’ mektubunun mürekkebi hâlâ kurumuş değil. Aynı dost ve müttefikin Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra uyguladığı ambargo da hafızalarda tazeliğini korumakta.
PKK’yı sözde terör örgütü ilan edip ona ve türevlerine devlet vaadiyle yaptığı, silah, mühimmat ve eleman desteğine ne demeli?
Elbette “Böyle dost, düşman başına!” demeli!
Bundan böyle, kartların açıkta oynandığı bu oyunda kimse ‘blöf’ yapamaz; yapmamalı. Yaparsa da yalnızca kendisini kandırdığını bilmeli!
Küreselleşen ve adeta büyük bir köy halini alan dünyamızda etkin ülke olacaksanız, çok yönlü oynamak ve menfaatleriniz doğrultusunda herkesle iş tutmak zorundasınız.
Hele de birbirimizin küllerine muhtaç olduğumuz komşularımızla!
Üzerinde yaşamakta olduğumuz bu netameli coğrafyada ya güçlü olup, kendi ayaklarınız üzerinde yaşayacaksınız ya da güçsüz olup onun bunun güdümünde sürekli oksijen çadırında yaşatılacaksınız!
Dost ve müttefik bildiğimiz ülkeler bizimle olan birlikteliklerinde oksijen çadırlarını sürekli yanlarında taşıdılar! Bir gün olsun hastayı normal odaya alıp iyileşmesine imkân vermediler.
NATO’da birlikte olduğumuz Yunanistan’ın Rusya’dan edindiği S-300 füze savunma sistemine ses çıkarmayan ABD, Türkiye’nin edineceği S-400 füze sistemi için hop oturup hop kalkıyor!
Sebebi belli; Türkiye tehditlere açık, savunmasız bir ülke olarak kalsın istiyorlar.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, “Batı sonrası döneme geçiyoruz, herkes buna hazırlıklı olsun!” diyor.
Türkiye’nin de siyasi gerçekliği önce içeride, halka yönelik olarak dönüştü. Vesayete alışık Batı bunu hazmedemiyor ve dolayısıyla istemiyor.
Türk milletinden alınan güçle, aynı siyasi gerçeklik Batı’ya yönelik de dönüştürülüyor, dönüştürülecek.
Vesayetçiler başka kapıya!