14 Mayıs 1950 Türk demok- rasisinin dönüm noktasıdır. Daha açık ifadesiyle Türk milletini demokrasiyle tanıştıran kutlu günün adıdır 14 Mayıs.
Hâlbuki bir önceki (1946) seçimlerde demokrasiye geçmiş ve çok partili bir hayatın ilk ciddi adımını atmıştık. Ama gelin görün ki; bize bahşedilen demokrasimizin ilk çocuğu prematüre doğmuştu.
Halka tepeden bakan bir güruh, ‘halk kim ki, idaresi ne olsun!’ dedi ve ‘açık oy gizli tasnif’ kepazeliğini seçim kanununa soktu. Akla hayale gelmedik hileler ve hokkabazlıklar yapıldı; karakuşi demokrasi eski tas eski hamam olarak yoluna devam etti.
1950 yılına gelindiğinde, CHP, 27 yıllık tek partili iktidarını geride bırakıyordu.
Oylar gizli verilip şeffaf olarak sayılınca; bir devir bitti ve yepyeni bir devir; demokrasi devri başladı. Artık Meclis duvarında yazan ‘Egemenlik milletindir’ levhasının burnu uzamayacak ve onun karşısında oturan milletvekillerinin yüzleri kızarmayacaktı.
Açıktan sayılan oyların sonucunda DP 408, CHP 69 milletvekili çıkarmıştı.
Ordu Komutanı Orgeneral Kurtcebe Noyan, seçimlere müdahale edebilecekleri haberini İsmet Paşa’ya iletir. Bu denli bir askeri müdahale için yalnızca on yıl beklenir ve demokrasi şirazesinden çıkar.
İktidar partisi (DP) mensupları; Cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar, milletvekilleri ve yandaş olarak belirlenen yüzlerce kişi Yassıada zindanlarına sürülür.
Başbakan ve iki bakanı idam edilir.
Darağacın- daki başbakanın son sözleri: ‘ Size dargın değilim. Sizin ve diğer zavallıların iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyoruz. Onlara da dargın değilim. Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki: Hürriyet uğruna ortaya koyduğu başını 17 sene evvel almadığınız için müteşekkirdir. İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme bu kadar metanetle gittiğimi silahların gölgesinde yaşayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz?..’ oldu.
Demokrasimiz, süregelen her on yılda bir kesintiye uğratıldı ve her seferinde çok ağır bedeller ödendi. Demokrasinin nimetlerini bürokrasi yiyor lakin bedelini halk ve halkın seçtikleri ödüyordu.
Aradan geçen bu 69 yıllık süre içiresinde köprülerin altından ne sular aktı; celladına âşıklarımız, bir milim mesafe kat etmediğimizi söyleyedursun lakin haklı oldukları bir taraf var.
69 sene evvel, halkın seçtiği Adnan Menderes’e birileri hangi gözle bakıyorsa, bugün de Sayın Erdoğan’a aynı gözle bakan ve onun idam edilmesini dört gözle bekleyen birileri var.
Bunlar gerçekte klinik vakadır ve her birinin ayrı ayrı incelenmesi gerekir.
Görünen o ki, bu kafa yalnızca bir partiye münhasır değildir. Bu bir zihniyettir ve az ya da çok bütün partilerde mevcuttur.
Bütün bunların temelinde demokrasi hazımsızlığı, yani millete güvensizlik yatmaktadır.
Hem halk diyorlar; hem de göbeğini kaşıyan halktan ve onun seçtiğinden ne olur diyorlar!
Vah ki, ne vah!