Her çeşit dava, kendisine gönül veren gayretli insanların omuzları üzerinde yükselir. Diğer bir ifadeyle, hangi dava olursa olsun, onu kuvveden fiile çıkaracak olan, o davanın yılmaz bekçileridir.
Malum, Cumhurbaşkanlığı makamı, 2007 yılında altın tepsi içinde Sayın Tayyip Erdoğan’a sunulmuştu! Hiçbir faninin elinin tersiyle itemeyeceği bu yüce makamı dava adamı olan Sayın Erdoğan itti ve “Benim, bizim Cumhurbaşkanı adayımız kardeşim Sayın Abdullah Gül’dür” dedi.
Oysa o Abdullah Gül, vesayet odaklarınca ‘özde Atatürkçü!’ bilinmiyor ve mahut kesimler onu o yüce makama layık görmüyordu. Sayın Erdoğan iktidardaki partisinin kapatılması pahasına bu riski göze aldı ve dava arkadaşı bildiği Sayın Abdullah Gül’ü o makama çıkardı.
Dava adamı olabilmenin, sanıldığından fazla olmazsa olmazı vardır.
Bunların başında ihlas, yani davasında samimi olmak gelir. Dava adamı, öyle üzümün sapına armudun çöpüne bakmaz; resmin büyüğüne, tamamına bakar.
Dava adamı, davası için vardır. Bunun tersi olan, davaları kendileri için olanlar, nefislerine tapan zavallılardır. Zira dava adamı, davasına gelen musibeti tehlikeli ve zararlı görür, nefsine karşı yapılanlara ise, gülüp geçer.
Dava adamı, davası uğruna ölümü seve seve göze alır. Nefsinin ölümünü göze alan yiğit, nefsine karşı işlenen ufak tefek cinayetlerden dolayı üzülür mü? Bilakis sevinir zira bilir ki bütün bunlar davasının güçlendiğinin işaretleridir.
Dava adamı bundan dolayıdır ki nefsine karşı bu türlü cinayetler işlenmediği takdirde üzülür; üzülmelidir. Zira doğrunun düşmanı şeytan ve taifesi boş durmamaktadır!
Dava adamlığının bir diğer olmazsa olmazı da ‘kullanışlı’ olmamasıdır. Zira dava adamı kullanır ama kendini asla kullandırtmaz.
Dikkat edilirse, günlerdir Sayın Abdullah Gül hakkında konuşulanların yekûnu, onun kullanılması yönündedir. Bunu da gizlemiyorlar ve açıktan dillendiriyorlar.
Sayın Gül, muhal farz böyle bir hataya düşüp ‘kullanışlı’ konuma girerse (biz asla böyle bir şey yapacağına ihtimal vermiyoruz) zaten dava adamlığından sıyrılmış demektir.
Daha açık ifadesiyle, onun dava adamlığı konusunda hata edilmiş ve ‘hor, öksüz ve büyük olan dava (bin bir başlı kartal), kanaryaya taşıtılmak’ istenmiştir!
Üstelik mahut kullanılma biçimi öyle sıradan olmayıp, öz davasına ve kendi dava arkadaşlarına karşı düşmanlık yapması şeklinde sunuluyor!
Aslında bu aşağılık sunumu yapanlar, muhataplarının aynalarında kendilerini görüyorlar ve çürümüş öz ciğerlerinin ufunetini kusup ortalığı kokutmak istiyorlar!
Ne acı!
Niyet beyanından önce niyet okumak gibi bir yanlışa düşmeden, şimdilik kaydıyla bu kadarla yetiniyoruz.
Dost acı söyler ama doğruyu söyler!
Ve... Eden, kendine eder!