Demokrasi-lerin totaliter sistemlerden en bariz farkı, muhalefetin olmasıdır. Diğer bir tabirle muhalefet, demokrasinin olmazsa olmazıdır.
Ağır aksak da olsa, 80 yıla yaklaşan bir süredir işleyen bir demokrasimiz var. Ağır aksak dememizin sebebi; demokrasinin işletilemediği darbeler dönemleri ve onların güdümünde yapılan vesayet anayasalarıdır.
Yapılan onca askeri darbelerin her ne kadar, demokrasiyi rayına oturtmak için yapıldığı söylense de; bunun tam tersi olarak demokrasimizi daha da güdük haline getirdikleri tarihi vakıadır. Zira her darbe, vesayeti biraz daha ağırlaştırarak; seçilmişleri (demokrasiyi) oyunun dışına itmiştir.
Darbelerin hepsi, iktidarı sorunlu görerek onları alaşağı etmiş ve çoğunda muhalefetle birlikte hareket ederek, girişimlerinde sözde meşruiyet aramıştır.
Demokrasinin olmazsa olmazı muhalefet; böylesine antidemokratik ve faşizan durumlarda iktidarın yanında yer alacağına darbecilerle birlikte olmuş ve hatta onları, bir kısım medya ile beraber desteklemiş ve kışkırtmıştır.
Bizdeki muhalefetin ve bir kısım medyanın, maalesef bu denli kirli bir mazisi vardır.
28 Şubat döneminde devrin Başbakanı N. Erbakan, asker ve sivil bürokratlar tarafından istiskal edilince; Başbakan, hem Cumhurbaşkanını (S. Demirel) ve hem de siyasi parti genel başkanlarını (M. Yılmaz, B. Ecevit) ziyaret edip destek istedi.
Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere tüm liderler, Başbakana kapıyı gösterdiler ve a portta bekleyen darbecilere teslim ettiler. Ötekileştirdiler, dışladılar ve yalnız bıraktılar.
Onca insan hakları ihlalleri yapılıp, başörtüsü zulümleri icra edilirken; adaleti hatırlamadıkları gibi, zulüm erbabının yanında yer almayı maharet saydılar.
Bakınız; 15 Temmuz’da ülkede kıyamet koptu; eşi menendi görülmedik bir işgal girişimi yaşandı. Yine, şimdiye kadar hiç olmadığı şekliyle; milletimiz sokaklara döküldü de, bu alçakça teşebbüs önlendi.
Savcılar iddianameleri hazırladıkça ve FETÖ ile ilgili takibatlar sıkılaştırıldıkça olayın korkunç vahameti ve boyutları gün yüzüne çıkıyor.
Halbuki 15 Temmuz’dan öncesi var; 17-25 Aralık teşebbüsleri var. MİT TIR’ları kumpası, MİT başkanının sorguya çekilmek istenmesi.. Bunların hepsi Sayın Erdoğan’a ve mevcut iktidara yönelik darbe girişimleri idi.
Ana muhalefet partisi lideri ve partinin yönetim kadroları; bilerek veya bilmeyerek tüm bu kumpasların destekçisi oldu. Kılıçdaroğlu montaj kasetlerini Meclis kürsülerinden yayınladı ve bu yüzden Sayın Erdoğan’ın adı sosyal medyada ‘başçalan’a çıktı.
Dışarıdan birileri ve içimizdeki mahut hainler güruhunun iş birliği ile devlet sırları çarpıtılarak faş ediliyor; muhalefet, sorumsuzca işin üzerine atılıyor ve partinin en yetkili ağızlarından Sayın Erdoğan’nın kaçacağını, kaçsa bile getirilip hem içerde ve hem de uluslararası mahkemelerde yargılanacağını ilan ettiler.
Attıkları bunca iftiralardan ve milleti aldatmalarından dolayı özür dileyeceklerine; ucu kendilerine dokunup bir arkadaşları içeri alınınca, adaleti hatırlayıp yürüyüşe çıktılar.
Yahu! Bu ülkenin generallerinin yarısı (160), hakim ve savcılarının üçte biri (beş bine yakın), on binlerce resmi ve sivil insan tutuklu ve daha ne kadarı tutuklanacağı belli olmayan korkunç bir yapıyla ve bununla paralel hareket eden terör örgütleri ile kıyasıya savaşıldığını görmüyor musunuz?
Yalanlar ve dolanlar üzerine siyasetinizi bina ederseniz; mumunuz ancak yatsıya kadar yanabilir ve inandırıcılığınızı büsbütün yitirirsiniz.
Hele de; kahpece işgal girişiminden sonra ilan edilen ‘Olağanüstü hal’den dolayı buna, ‘kontrollü darbe’ derseniz; idrak yoksunu olmaz mısınız? Daha da önemlisi, FETÖ ile paralel düşmez misiniz?
Zulüm erbabıyla (İ.Üniversitesi’nin ikna odaları zalimi Kemal Alemdaroğlu, bebek kanıyla beslenen PKK mensupları ve destekçileri, adalet terazisinin çivisini çıkaran ve tuzu kokutan pespaye FETÖ..) adalet arayışına çıkarsanız; eyleminiz yalnızca mahut örgütlerin ekmeğine yağ sürer ve aradığınız adalet sırra kadem basar!
İktidarda olsun, muhalefette olsun; Türk siyasetinin sözünün eri ve dürüst insanlara ihtiyacı var.
Bir tane yalancı dostum olacağına, bin tane dürüst düşmanım olsun diye boşuna dememişler. Nitekim böylece; adalet gibi en kutsal kavramlar da şom ağızlarda yalama olmaktan kurtulur!