Sevgili Milliyet okuyucuları; iki yıl boyunca sizinle ‘ÇERÇEVE’ sütununda hasbihal ettik.
Sürçülisan ettiysek affola!
Her başlangıcın -ki bunlar ne denli güzel ve vazgeçilmez olursa olsun- bir sonu vardır.
Zaman göreceli bir kavram, nitekim ikindi vakti de süresi en az olan zamandır ama gölgesi en uzun olandır.
Kubbede hoş bir sada bırakabilmişsek ne mutlu!
Bundan böyle yazılarıma, kardeş kuruluş olan ‘Hürriyet’ gazetesinde devam edeceğim.
Medyamızın kilometre taşlarından olan Milliyet gazetemizin okurlarına, her kademedeki emekçilerine, Genel Yayın Yönetmenimiz sevgili Mete Belovacıklı’ya
Seçilmiş başbakan, bakan ve milletvekillerimize reva gördüğümüz muamelenin, dünya demokrasi tarihinde başka bir örneği yoktur. Sözde bir mahkeme sonucunda da Başbakanımızla birlikte iki bakanımızı asmış, onlarca bakan ve milletvekillerini de çeşitli cezalara çarptırmayı maharet bilmiştik.
Bu kepazelikle yetinmemiş; ayrıca, bu uğursuz (meşum) günü bayram ilan etmiştik.
Halbuki elimize hiçbir şey geçmemişti ama çok şeyler kaybetmiştik. Çeyrek asır sonra kendilerine iade-i itibarda bulunabildik; naaşlarını, atılmış oldukları çukurlardan çıkartıp, kendilerine anıtmezarlar yaptık.
Şehit Adnan Menderes ve arkadaşlarının ruhları aramızda ve belli ki birilerini ebediyete kadar rahat bırakmayacak.
Tabiatıyla, kaybeden ülkemiz, ülkemiz insanı ve ülkemizin sahip olmaya çalıştığı demokrasi oluyor. Bugün hâlâ sağlıklı ve kâmil manada bir demokrasiye sahip değilsek, bunun sebebi işte o darağaçlarıdır.
Zira o darağaçları yalnızca merhum Menderes ve arkadaşları için dikilmemişti; bütün bir ülkenin geleceği için dikilmişti. İpte sallananlar, başbakan ve bakanların yanı sıra, ülkemizin demokrasisiydi. Milli iradenin ta kendisiydi.
Nitekim o darağaçları, sonra gelen her başbakanın kâbusu olmuştur.
Ve yine
Bakınız; Mısır’ın seçimle iş başına gelmiş yegâne lideri Muhammed Mursi, topu topu 11 ay iktidarda kalabildi ve en yakını General Sisi tarafından alaşağı edilip zindana atıldı.
Ve o zindan hayatında yargılanırken, mahkeme salonunda kafes içinde kalp krizi geçirdi. Kimseye müdahale ettirmediler ve herkesin gözleri önünde can çekişerek şehit oldu.
Aynı badireleri bizim demokrasimiz çok acı bedeller ödeyerek atlattı. Üstelik her on yılda bir demokrasimiz kesintiye uğratıldı ve tabir caizse siyaset ve siyasiler pırasa gibi doğrandı.
60 İhtilali’nde bizim de Yassıada zindanlarımız siyasilerle dolup taştı. Adına ‘yüksek’ denilen, gerçekte çukur olan uyduruk bir mahkemenin özeti, tarihe kara bir leke olarak geçen şu cümle idi: “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor!”
Ne denebilir ki? Dün olduğu gibi, bugün de ve hatta yarınlarda da: “Zalimler için yaşasın cehennem!”
Dikkat edilirse, tüm darbelerde cezalandırılanlar siyasilerden ziyade millettir. Zira o siyasileri mevcut makamlara taşıyan milletin ta kendisidir. Öyle ya, hiçbir siyasi kendiliğinden vekil, bakan ya da başbakan, başkan olmaz, olamaz. Millet tarafından sandıktan seçilerek gelirler.
Şu halde; gerçekte cezalandırılan, zindanlarda
CHP, oyların yeniden sayılmasına mani oldu ve bunun sonucu olarak biz İstanbullular yeniden sandığa gidiyoruz.
İstanbul her bakımdan Türkiye’nin özetidir. İstanbul’un 39 ilçesinin 25’inde AK Partili ve MHP’li belediye başkanları görev başındadır. 14 ilçenin belediye başkanı CHP’lidir.
310 kişilik İstanbul Büyükşehir Meclisi’nde AK Parti 180 sandalyeye, CHP ise 123 sandalyeye sahip. Böylesine bir meclis aritmetiğine sahip İstanbul’da, şayet seçimi CHP’li aday Ekrem İmamoğlu kazanırsa, yönetimde ‘topal ördek’ olacak, yani gerekli önemli kararları belediye meclisinden geçiremeyecek. Zira temsil ettiği partinin üye sayısı buna imkân vermiyor.
Ayrıca İstanbul gibi bir metropolün devasa projelerinin birçoğu merkezi yönetimle (Ankara-Hükümet) ilintilidir. Tüm alt ve üst yapı bakanlıklarının ışık vermediği bir İstanbul karanlıkta kalmaya mahkûmdur.
Tayyip Erdoğan İstanbul’da belediye başkanıyken, merkezi yönetimde rakip partilerin koalisyon hükümeti vardı. Erdoğan İstanbul’a gerekli yolları, Karayolları Genel Müdürlüğü’ne yaptıramadı. Merkezi hükümetin yapması gereken tüm projelerine mani olundu.
Faturanın ona veya buna çıkarılması mühim değil; sonuçta İstanbul ve İstanbullu kaybetti.
Mesela,
Binali Yıldırım ile Ekrem İmamoğlu’nun bir araya gelip, soruları cevaplamaya çalıştıkları TV programını dikkatle izledim.
2.5 saate yaklaşan programın çoğu 31 Mart seçimlerinin şaibeli olduğu tartışması üzerine geçti.
Yıldırım, “Oylar yeniden sayılsaydı yeni bir seçime gerek kalmazdı; buna CHP mani oldu” dedi.
İmamoğlu ise oturumun, bu can alıcı sorusunu “Oyların tekrar sayılmasını istedik ama CHP istemedi yorumu tamamıyla yanlış yorum” diye yanıtladı.
Belli ki birinin ak dediğine diğeri kara diyordu.
İlk soruya verilen bu cevaptan anlaşılacağı üzere, tartışma samimiyetten uzak inkâr ve algı üzerine bina edilecekti. Nitekim öyle de oldu.
Ayol! Oyların tekraren sayımını CHP de istemiş olsaydı il seçim kurulu o ‘hukuksuz karar’ı verip başlayan sayımları neden durdursundu? CHP’nin talebi üzerine böyle bir cevap verildi.
AK Parti de bundan dolayı YSK’ya ‘olağanüstü itiraz’da bulundu.
Yıllardır bir seçimden diğer bir seçime yuvarlanıyoruz.
Ekonominin durumu ortada. Piyasalar, ‘Seçimler hele bir bitsin!’ bekleyişinde.
Seksen vilayetin oyunu bir günde sayıp, belediye başkanlarını, belediye meclis üyelerini ilan ettik. 81. İl olan İstanbul’da takılıp kaldık. Daha doğrusu İstanbul’da kullanılan 10 milyon dolayındaki oyu yüzümüze gözümüze bulaştırdık.
Belli ki birileri katakulli yaptı, diğerleri, ya bön bön baktı ya da seyretti. Her halükarda milletin verdiği oylar iç edildi. (Ben iç diyorum, siz diğerini anlayabilirsiniz)
Oysaki AK Parti, İstanbul’daki tüm oyların yeniden sayılması için, gerekli müracaatı yapmıştı. Bu başvuru CHP’yi ayaklandırdı. Genel Başkan Yardımcıları (Seyit Torun, Oğuz Kaan Salıcı) ve İl Başkanının (Canan Kaftancıoğlu) bulunduğu, CHP heyeti süratle adliyeye geldi.
Mesai saati bitmiş olmasına rağmen, İl Seçim Kurulu Başkanı ve iki hâkim üye (Müberra Gürdal, Fatma Nigar, Nihal Koç) saat 20:10’da adliyeye geri döndü.
CHP’li heyet il seçim bürosuna giderek, oyların yeniden sayımının durdurulmasına yönelik itiraz dilekçelerini verdiler. Gürdal ve iki hâkim üye, dilekçeyi işleme aldı ve aynı gece yasalara aykırı olarak; yedi ilçede başlamış olan sayımı
İstanbul seçiminin İstanbul seçimi olmaktan çıkacağı belliydi. Çünkü İstanbul, Türkiye’nin maketidir. Zira 81 vilayet bu şehre göç vermiş ve vermeye devam etmektedir. Ordu, Sivas, Kastamonu, Trabzon, Rize gibi öyle şehirler var ki kendi nüfuslarından fazlası İstanbul’da yaşamaktadır.
Adaylar ve onların temsil ettikleri siyasi partiler de ister istemez Anadolu’yu mesken tuttular. Kanaat önderi, hısım-akraba ve hemşehri markajı İstanbul seçimine damga vurdu.
Sürekli yalnız ve mağdur olduğu ileri sürülen muhalefet adayı (E. İmamoğlu) üzerinden büyük oyunlar oynanıyor. İçeride ve dışarıda yalan üzerine bina edilen kara propagandanın ve algının daniskası yapılıyor. Belli ki E. İmamoğlu belediye başkanı adayı olmaktan çıkarılıp, Tayyip Erdoğan’ın karşısına rakip başkan adayı olarak dikilmek isteniyor.
Yalnız olarak lanse edilen İmamoğlu’nun arkasında gerçekte bütün bir dünya var. Daha açık ifadesiyle söyleyelim: Tayyip Erdoğan’ın devrilmesini kimler istiyorsa, bunların hepsi (yerli ve yabancı) İmamoğlu’nun yanındadır.
Burada gerçekten bir yalnızlık söz konusu olacaksa, gerçek yalnız Binali Yıldırım’dır. Tek başına hem içerideki tüm muhalefete ve hem de dışarıdaki tüm dünyaya karşı mücadele
CHP’nin İstanbul Büyükşehir adayı Ekrem İmamoğlu’nu düne kadar kimse tanımıyordu. İstanbul’un Beylikdüzü Belediye Başkanlığı’na hasbelkader getirilmişti. Hasbelkader dememizin sebebi, İmamoğlu önce başka partilerin kapısını çaldı, yüz bulamayınca CHP’de karar kıldı.
Beylikdüzü ilçesinde gayet başarısız bir belediyecilik sergiledi. Zira bizzat kendisi de müteahhitti ve diğer müteahhitlerle el ele vererek, bu güzide beldeyi de betonlaştırarak çığırından çıkardı.
Beylikdüzü’nde ikamet eden birisi olarak söylüyorum: İstanbul’daki belediyecilik tamamen inşaat rantına dayalıdır ve bu ranttan en büyük nasibini alan ilçelerin başında Beylikdüzü gelmektedir.
Zaten E-5’ten geçen herkes, yolun iki tarafındaki ilçelerin (Beylikdüzü-Esenyurt) nasıl betonlaştırıldığını, doğru dürüst yolu ve altyapısı bulunmayan beldenin dikey mimariyle nasıl yaşanılmaz hale geldiğini görüyor ve sebep olanlara lanet ve beddua etmeden yapamıyor.
Hangi akla hizmettir bilinmez; Beylikdüzü’nü perişan eden bu kişi mükâfatlandırılarak İstanbul Büyükşehir’e aday yapıldı.
Meğerse aranan kanmış. Tıpkı Ekmeleddin İhsanoğlu ve Abdullah Gül gibi, sağdan bulunup Erdoğan’a karşı kullanılmak üzere kurgulanan kişiymiş.
İç ve dış