Devletin zirvesi Hava Harp Okulu ve Deniz Harp Okulu'nun mezuniyet törenleri için İstanbul'da buluştu.
Bir gün önce 30 Ağustos'ta Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un Gazi Orduevi'nde verdiği resepsiyonda bir araya gelen Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı, Başbakan ve komutanlar, bu kez İstanbul'da Hava ve Deniz Harp Okulu'na konuk oldular.
Havacı ve denizci genç teğmenlerin sergiledikleri tören görüntüleri izleyenlere gurur verdi. Okunan şiirler, marşlar, yapılan konuşmalar, hem devletin zirvesini hem de teğmenlerin ailelerini duygulandırdı. Gözler doldu...
Türk Yıldızları'nın nefes kesen gösterileri bir başka gurur kaynağıydı. Bu kez Deniz Kuvvetleri'nin uçak ve helikopterlerinin gösterileri de büyük alkış aldı.
Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ, törenlerden sonra teğmenlerle ve aileleriyle tek tek ilgilendiler. Aileleri kutladılar, birlikte fotoğraf çektirdiler, sohbet ettiler.
‘Çevre oksijen çadırında’
Deniz Harp Okulu'nun mezuniyet töreninden sonra Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Metin Ataç'ın ev sahipliği yaptığı kokteylde Erdoğan'la sohbet olanağı buldum.
Bir gün önce Gazi Orduevi'ndeki sohbette Erdoğan, barajlar ve su sorununa girmiş, "Eskiden, 'Su akar Türk bakar' derlerdi, bunu değiştireceğiz. 'Su akar, Türk yapar'a dönüştüreceğiz" demişti. Barajlar konusunda çevrecilerin tepkileri tartışmaya neden olmuş, Başbakan da, "Çevrecinin daniskası benim" diyerek, çevre duyarlılığını vurgulamıştı.
Erdoğan, Gazi Orduevi'ndeki sözlerini anımsatınca, aynı heyecanla "Bakın" dedi, "Bu çevre konusu çok önemli, bize destek olmanız lazım." Sonra da sözlerini şöyle sürdürdü:
"Türkiye'nin çok önemli bir çevre sorunu var. Ama Türkiye'nin büyük bir enerji ve su sorunu var. Çevre şu anda oksijen çadırında. Ben bunun bilincindeyim. Ayrıca çevre duyarlılığı konusunda, ben sadece laf üreten biri değilim. Çevrenin korunması, zenginleştirilmesi, ağaçlandırılması konusunda önemli projeleri gerçekleştirmiş biriyim. Yani bu konuda pratiği olan bir insanım.
Bakın, İstanbullu vatandaşlarım bunu gayet iyi bilirler. Atık suyun geri dönüşümünü sağlayarak yeniden ekonomiye kazandıran ilk tesisleri İstanbul'da kuran belediye başkanı da benim. Bu bakımdan, 'Radikal bir yaklaşımla çevrecilik yapıyoruz' diyerek eleştiri yöneltenler haksızlık yapıyorlar.
Oysa ben çevre konusunda başta medya olmak üzere herkesten destek ve yardım bekliyorum. Sırf siyasi olarak muhalefet edeceğiz diye konuşmalar yapılması, gösteriler yapılması yanlış. Evet, çevreyi koruyacağız, zenginleştireceğiz.
Doğaya sahip çıkacağız. Ama bunu yaparken Türkiye'nin enerji ihtiyacını da gözetmemiz lazım. Barajlar yaparken de çevre korunabilir, zenginleştirilebilir. Doğadan hem enerji olarak yararlanabilir hem de doğal güzellikleri koruyup zenginleştirebiliriz. Benim anlayışım bu. Bu yaklaşımla destek bekliyorum."
ABD-Rusya dengesi
Erdoğan, baraj projeleri konusunda yapılan eleştirileri enerji ihtiyacı boyutuyla değerlendirirken Kafkasya sorununda ABD ile Rusya'nın karşı karşıya gelmesi ve Türkiye'nin konumunu da şöyle değerlendirdi:
"Şimdi Gürcistan olayından sonraki süreçte bizi bir tarafa doğru itmeye çalışıyorlar. Bazıları tümüyle ABD'nin, bazıları tümüyle Rusya'nın tarafına itmeye çalışıyor.
Oysa biri en yakın müttefikimiz olan ABD, diğeri ise enerji başta olmak üzere önemli ticaret hacmimizin bulunduğu Rusya. Ben Türkiye'nin tümüyle bir tarafa itilmesine müsaade etmem. Türkiye'nin ulusal çıkarları neyi gerektiriyorsa ona göre hareket ederiz.
Şimdi Rusya dediğiniz zaman bizim için önemli bir enerji kaynağı. Ayrıca çok önemli seviyede ticaretimizin olduğu bir ülke. 10 binin üzerinde TIR'ımız bekliyor orada. Doğalgaz alımımız, enerjiye olan ihtiyacımız belli. Şimdi bunları yok sayabilir misiniz? Sayamazsınız. Rusya ile ekonomik, ticari ilişkilerimize baktığınızda Rusya'yı göz ardı edemezsiniz. O halde Türkiye kendi çıkarları doğrultusunda bir denge gözetecektir. Taraflardan birine doğru itilmesi doğru değildir.
Ayrıca, işte biz enerji bağımlılığımız olmasın, enerji kaynaklarımız zenginleşsin diye bu nedenle uğraşıyoruz. Yenilenebilir, temiz kaynaklara yöneliyoruz. Rüzgâr, su kaynakları, güneş ve nihayet nükleer enerji gibi. Bütün amacımız enerjiyi kendi kaynaklarımızla üretmek."
Gül: 'Denizci olacaktım'
Deniz Harp Okulu'nun kokteylinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve TBMM Başkanı Köksal Toptan'la da sohbet olanağı bulduk. Denizci kokteylinde konu denizden açılınca, Cumhurbaşkanı Gül'e, Denizcilik Yüksek Okulu'na girme girişimini sordum. Gül, bu öyküsünü gülerek anlattı:
"Sanıyorum 1968 yılıydı. Kayseri'de liseyi bitirmiş, üniversiteye önkayıt yaptırmak için yakın arkadaşım Mehmet Tekelioğlu'yla İstanbul'a gelmiştik. Okullara bakıyoruz. Denizcilik Yüksek Okulu'nu öğrendik. Dedik ki, 'Denizci olalım'. Kalktık okula gittik. Başvuru yapacağız. Herhalde fakülte sekreteri olmalıydı, deneyimli bir hanımefendi, başvuru formlarını verdi.
Bizi şöyle bir gözden geçirdi ve dedi ki: 'Siz bu okula girmeye kararlı mısınız?', 'Evet' dedik. 'Peki' dedi, 'Siz yüzme biliyor musunuz'. 'Hayır, bilmiyoruz' dedik.'Bu okulu bitirenler ne iş yapıyor, onu biliyor musunuz?'. Doğrusu onu da bilmiyorduk. Bize dedi ki, 'İsterseniz siz bir daha düşünün'. Biz de baktık ki hanımefendi gerçekten haklı.
Gittik dedik ki, 'Biz vazgeçtik, kayıt olmuyoruz'. Yine bize, 'Ben sizin kararınızı etkilemek istemem, ama okulu, işi tanıyın öyle karar verin demek istedim' dedi. Biz 'Yok, kararımız kesin' dedik ve oradan çıktık. Sonra ben İktisat Fakültesi'ne kaydoldum, Mehmet de İTÜ'nün gemi mühendisliğine gitti."
Üç canlı türü
Ev sahibi Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Metin Ataç, hem törende hem kokteylde bütün konuklarla tek tek yakından ilgilendi.
Oramiral Ataç, denizcilik konusunda ilk günkü heyecanını koruyor. Gençlerin, denizciliği ve Türk Deniz Kuvvetleri'ni yakından tanımasını istiyor.
Denizciliğin bir yaşam biçimi ve felsefesi olduğunu her fırsatta vurguluyor. O kadar ki, "denizci" deyince, Jack London'dan bir alıntıyla söze girdi. "Bakın" dedi:
"Denizci kimdir diye soruyorsanız, söyleyeyim. Jack London şöyle der: 'Dünyada üç canlı türü vardır; insanlar, hayvanlar bir de denizciler'. İşte denizci demek böyle bir şeydir. Kendisine has, ayrı bir canlı türüdür, anlayacağınız."
Oramiral Ataç, 27 Eylül'de ilk milli savaş gemisini denize indirecek olmanın heyacanı içinde. "Heybeliada" ismini taşıyan bu gemi, tamamen yerli olanaklarla üretilen ilk Türk savaş gemisi olacak.
Bütün dünyanın, Türk deniz sanayiinin geldiği aşamayı görmesini istiyor. Türkiye'nin kendi gemisini yapan az sayıdaki ülkeler arasına girdiğinin bilinmesi için büyük çaba gösteriyor.