Dr. M. Vecdi GÖNÜL
Eğitimi: SBF (Mülkiye): lisans, Kaymakamlık dönem birincisi, TODAİE: uzmanlık, USC-ABD: Master ve SBF (Mülkiye): Doktora.
Kariyeri: Kaymakam, Belediye Başkanı, Şube Müdürü, Mülkiye Müfettişi, İçişleri Bakanlığı Genel Sekreteri, Personel Genel Müdürü, Kocaeli Valisi, Emniyet Genel Müdürü, Basın İlan Kurumu Hükümet Temsilcisi, Ankara Valisi, Merkez Valisi, YÖK Kurucu Üyesi, İzmir Valisi, İçişleri Bakanlığı Müsteşarı, Ağır Sanayi Danışma Kurulu Başkanı, Sayıştay Başkanı, ECO Ülkeleri Sayıştay Birliği Başkanı, TBMM Başkan Vekili, Ak Parti Kurucusu ve Seçim Başkanı, Milli Savunma Bakanı (2002-2011), NATO Parlamenter Meclisi Üyesi, Kocaeli-İzmir-Antalya Milletvekili. Medeni Durumu: Evli ve üç çocuk babası.
Sosyal meselelerdeki yorum farklılıklarının fikri zenginliğe katkısı tartışılmaz. Özellikle de siyasette düşünür kadar düşüncenin ortaya çıkmasını tabii karşılamak gerekir. Ancak yaşadığımız ülkenin kaderi söz konusu olunca, nihai kararda ittifak ancak büyük milletlere nasib olan bir mazhariyet olsa gerekir.
Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru, Anayasa Hukuku bakımından çok yeni bir uygulamadır. Kabulü 5982 sayılı kanunun 18. Maddesiyle ve mevcut Anayasanın 148. Maddesi’ni değiştirmek suretiyle 07.05.2010 tarihine olmuş, uygulamasına ise 30.03.2011 tarihinde kabul edilen 6216 sayılı Kanunun 45 ve müteakip maddeleri istikamet vermiştir. Böylece daha önce Türkiye’deki kanun yolları bittiğinde ancak Avrupa İnsan hakları Mahkemesi’ne gidilebiliyorken, bu düzenlemeden sonra ‘herkes’e bir milli mercii imkânı verilmiş olmaktadır.
Anılan Yüksek Mahkemeye yapılan binlerce müracaat arasında mevcut seçim barajıyla ilgili başvuru öne çıkmış ve kamuoyunda da yeterli ilgiyi çekmiştir. Asla şüphe etmiyorum ki yetkili hukukçularımız alacakları emsal teşkil edecek karar ve içtihatlarla bu yeni bireysel başvuru müessesesini Anayasa Koyucunun ön gördüğü bir uygulamaya ulaştıracaklardır. Bununla beraber seçim barajı konusu fevkalade hayati bir konu olması dolayısıyla, kamuda elli dört sene fiilen hizmet vermiş ve halen de görevli bir şahıs olarak kamuoyundaki tartışmalara acaba bir katkım olabilir mi diyerek bazı geçmiş tecrübeleri, tespit ve düşüncelerimi kaleme almaya gayret ettim. Anayasanın 6. Maddesi’nde yer alan “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisini kullanamaz” hükmünün mahiyet ve şümulünü Anayasa Mahkememizin seçkin Sayın Başkan ve Üyelerinden daha iyi bilecek kimsenin olmayacağı muhakkaktır. Diğer taraftan unutmamak gerekir ki daha önce TBMM ait olan Anayasa ve Kanunların yorumu yetkisi 1982 Anayasa ile Anayasa Mahkemesi’ne verilmiş olup, neticeten, belirttiğimiz konuda da yorum ve yetki sınırlarını Yüksek mahkeme bizzat kendisi çizecektir.
Yüzde 10 seçim barajı
Keşke insanlık yönetilen ve yöneten farkı olmadan kendisini idare edebilseydi. Bu temenni gerçekleşemediğine göre bulunan en iyi çözümü yönetenin karar ve icraatının mümkün mertebe yönetilenin iradesinin bir yansıması şeklinde tecelli etmesidir. Kısacası yönetilen kendi kaderine kendisi hakim olabilmelidir. Bu amacın en önemli aracı hiç şüphe yok ki genel seçimlerdir. Genel seçimler ise ülkeye hem temsilde adaleti hem de yönetimde istikrarı getirmelidir. Bu aynı ağırlıktaki iki hedef için kullanılacak en önemli vasıta ise ‘seçim barajı’ olmaktadır. 2837 Sayılı Seçim Kanunumuzun 3377/9’la 23.05.1987 tarihinde değiştirilen 33. Maddesi seçim barajı olarak % 10 oranını tespit etmiştir.
Kanun vazı bu belirlemeyi Anayasanın amil hükmünün gereği olarak yaptığını madde gerekçesinde belirtmiştir. Ancak aynı kanaatte olmayan zamanın Cumhurbaşkanı bu hükmün iptali için dava açmış ise de Anayasa Mahkemesi 01.12.1995 günü 1995/60 sayıyla verdiği kararla anılan hükmün iptal talebinin reddetmiştir. Aynı şekilde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesi 2007-07 tarihli kararlarında kendisine yapılan 3 Kasım 2002 tarihli seçim sonuçlarına dayanılarak yapılan başvuruyu milletvekili seçimlerinde uygulanan % 10’luk barajının Ötaktir yetkisini aşmadığı sonucuyla reddetmiştir.
Hükmün İptali
Barajla ilgili kanun hükmünün iptal talebi her he kadar Anayasa Mahkemesi’nce reddedilmişse de red kararı tarihiyle bugün arasında 10 yıldan fazla zaman geçtiği için usul hükümlerinin gerçekleşmesi kaydıyla konu yeniden gündeme gelebilir. İptal davası ve aykırılık usulünü düzenleyen Anayasa Maddeleri ise 150 ve 152’dir. Usul bakımından 150. Maddedeki imkânın kullanılması 151. Maddedeki 60 günlük hak düşürücü süre yüzünden bugün işlemesi mümkün değildir. İptalin 2. Ayağı olan aykırılık iddiasıyla iptalin mahkemelerden talep edilmesi halinde süre söz konusu değilse de hali hazırda mahkemelerden yapılmış ve ciddi olması gereken bir talep mevcut değildir. Bu durumda ve mahkeme kendisi de ihtilaf yaratamayacağına göre Anayasa’nın iptal ve aykırılık la ilgili hükümlerinin bugün için uygulama alanı bulunmamaktadır. Esasen bu saatten sonra uygulamanın önü açılsa bile Anayasanın 67. Maddesinin derpiş ettiği bir yılılk süre sebebiyle 2015 seçimlerine etkisi olması ihtimal haricidir. Yeri gelmişken seçim konusunda Türkiye’deki nihai otoritenin Anayasanın 79. Maddesi icabı Yüksek seçim Kurul olduğunu hatırlamak da fayda vardır.
Yukarıda da belirtildiği gibi bireysel başvuru kamu gücü karşısındaki bireysel mağduriyetler içindir; yoksa, genel bir kamu menfaatinin gerçekleşmesinin doğrudan bir aracı değildir. Zaten “herkes” derken kamunun değil, ferdin “kamu gücü” derken de icranın bir tasarrufunun kastedildiği anlaşılmaktadır. Nitekim aynı maddede “bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz” denmesi, nasıl “iptal” ve “aykırılık” için özel düzenleme ve özel hükümler varsa bu yeni düzenlemenin de yalnız bireyin hak ve menfaatleriyle ilgili mevzii bir alana inhisar ettiği sonucunu çıkarmanın doğru olacağı kanatindeyim.
Geçmişte ne olmuştu?
Bir ülkenin insanlarının huzur ve refahı, sonunda da mutluluğu için kamu düzeni ve istikrar özellikle hukuk istikrarı fevkalade önemlidir. Dünyada 20 kadar çatışma bölgesinden yarıdan fazlasının Türkiye’nin etrafında olduğu düşünülürse bizim için hukuki, siyasi, ekonomik vs. istikrarın ne kadar öncelikli olduğu daha iyi anlaşılır.
Türkiye en istikrarsız dönemi 1980 askeri müdahale öncesi yaşamıştır. Kasım 1979’da Ankara Valisi olarak göreve başladığımda maalesef günde ortalama yirmi kişi hayatının kaybediyordu. Can kaybı bütün ülke sathında ve genellikle aydınlar arasındaydı.
Türkiye’nin bu hale nasıl geldiği çok ciddi akademik araştırmaların konusu olması gerekir. Ancak çok kısa bir tahlil ve tespit yapmaya çalışırsak şu gelişmeler öne çıkabilir.
Cumhuriyet’in başlangıcında 1924 Anayasası’na göre egemenlik kayıtsız şartsız milletindi ve bu TBMM (dolayısıyla TC Hükümeti) aracılığıyla kullanılırdı. 1961 Anayasası’nın 6. Maddesi ana prensibi muhafaza etmekle beraber egemenliğin ‘yetkili organlar eliyle’ kullanılacağı hükmünü getirdi: TBMM, Hükümet, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Sendikalar, Odalar, STK’lar vs. fiilen de ön plana çıkmaya başladı. Bu kuvvetler zaman içinde ahenkleşeceğine, anarşik ortamın da etkisiyle daha çok çatışmaya girdiler.
Paris Borsası’nın 1968 yılında yakılması, 1961 Anayasası’nın öngördüğü ‘hürriyetler ortamı’nın anarşiye dönüşmesinin ilk alevi oldu.
12 Mart ve 12 Eylül dönemi
Seçim sistemi olarak 20 Mart 1968 tarihinde ‘barajlı d’Hondt’ sistemi kabul edilmişken, Anayasa Mahkemesi 3, 4 ve 6 Mayıs 1968 gün ve 1968/13 sayılı Kararı ile ‘baraj’ı iptal etti.
Türkiye’nin anarşiden yaşanamaz hale geldiği gerekçesiyle sıkıyönetim sorumluluğunu taşıyan Askeriye 12 Mart 1971’de siyasete müdahale etti. Hukuk Devletinin sınırlandırıldığı bir ortamda anarşiye karışanlar büyük ölçüde tesirsiz hale getirildi.
Ancak kamuoyundaki yaşla-kurunun ayrılmasında yeterince hassasiyet gösterilmediği kanaati sivil hükümeti, 15 Mayıs 1974 tarihinde 1803 sayılı Kanunla ağır suçlu veya ithamda bulunulanları istisna ederek, bir Af Kanunu çıkarmaya sevketti. 2 Temmuz 1974 tarihinde ise Anayasa Mahkemesi ise istisna maddesini iptal ederek affı, kanun vazının dâhil etmediği suçlara da teşmil etti. Af öncesi cezaevi mevcudu 69.998 iken, af sonrası 36.108 farkla 24.800’e inmiş oldu.
Anarşinin yeniden ve eskisiyle mukayese edilemeyecek ölçüde ülkeyi sarsması 12 Eylül 1980 müdahalesini getirdi. Müdahaleyi yapanların ülkenin bu hale gelmesinde 1974 affının Anayasa Mahkemesi’nce genişletilmesini bir temel unsur olarak gördüklerini, yapılmasında ön aldıkları 1982 Anayasası’nın 153. Maddesinin gerekçe metnindeki ifadeler ve hükümden anlaşılmaktadır: Madde: “Anayasa Mahkemesi bir kanun ya da Kanun Hükmünde Kararname’nin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez” demişken, madde gerekçesinde de “... kanunla getirilen istisnalara ilişkin, kanun hükümlerinin iptali, ana kuralın uygulanması sonucunu doğurabilir. Halbuki kanun koyucu böyle bir sonuç çıkmasını arzu etmediği için istisnayı kabul etmiş durumdadır” demektedir. Aslında 12 Eylül otoritesi kanaatimce, iptal kararını o kadar anarşinin saiki olacak görüyordu ki, bazı gelişmeler olmasaydı ilk tasarrufları Anayasa Mahkemesini kapatıp yerine yenisini kurmak olacak idi.
Ve sonuç
Genel ve ara seçimlerde uygulanacak % 10’luk baraj 1987 yılından itibaren yürürlüktedir. Yetkililer Anayasanın öngördüğü ilkeler sağlanmadığı iddiasıyla iptal için baraj hükmünün Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine götürülmüş ve reddolunmuştur. Böylece uzun bir süredir bu uygulama devam etmekte olduğuna göre acaba yönetimde istikrar temsilde adalet sağlanmakta mıdır? Bazı tenkitler olmakla beraber yönetimde 12 senedir istikrar sağlandığı içte ve dışta kabul görmektedir. Temsile gelince son genel seçimde (2011), seçime girdiği halde TBMM’ye giremeyen partilerin toplam oy oranı % 11.18 olduğuna göre bugün TBMM ‘temsil’ işlevi %88.82 gibi oldukça yüksek bir düzeydedir. Ayrıca, yukarıda açıklandığı üzere yasama organının bu hüküm üzerinde kendiliğinden yapacağı bir değişiklik dahi genel seçime bir yıldan daha az zaman kalması sebebiyle bu seçimde uygulanamayacaktır. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi’nin önünde ne iptal ne de aykırılık iddiası bulunmaktadır.
İstikrar için hassasiyet şart
Bireysel başvuruyla ilgili olarak verilecek karar Anayasa Mahkemesi’nin sahip olduğu Yüksek itibar, bireysel başvuru kararlarının mahiyet ve şümulünün kamuoyunca henüz tam bilinmemesi, Türkiye’yi bir kaotik ortama yeniden sürükleyebilecektir. Unutmamak gerekir ki istikrarsızlıklarla boğuşan komşularımızın ortasında Türkiye bugün için bu istikrar adası olmakla beraber, 6-7 Ekim 2014 olayları göstermiştir ki her birimiz bu istikrarın devamı hususunda icab eden hassasiyeti göstermezsek vaktiyle yaşadıklarımızı yeniden yaşamamak için hiçbir sebep yoktur.