Yeni Ekonomi Programı -eski adıyla Orta Vadeli Program- dün açıklandı.
Ekonomi çevreleri niceliksel hedefleri ve beklentileri tartışıyor ve piyasa oyuncuları bu rakamsal hedef ve beklentilere göre kendilerine yol bulmaya çalışıyorlar. Ancak YEP’in ayrıca bir felsefesinin de olduğunu unutmayalım. Zaten bu felsefeye vurgu için de OVP adı değiştirildi ve YEP oldu. Bence burayı da tartışmak ve bu isim değişikliğinin de hakkını vermek gerekiyor.
Yeni Ekonomi Program (YEP) adlandırması bana ABD’nin 1929 krizi sonrası yürürlüğe koyduğu New Deal’i (Yeni Düzen) hatırlattı. Zaten bu konuda uzun süredir yazıyorum. ABD’nin New Deal’i, ismiyle müsemma, tam anlamıyla bir değişim ve yeniden yapılanma programıydı. Bu anlamda New Deal, bir yenilenme değil, doğrudan yeni bir ekonomik sistemi amaçlamıştı. Bir anlamda da New Deal, ABD’yi 2. Dünya Savaşı sonrası düzene hazırlayan ve bu perspektifte kurumları yenileyen bir paradigma değişimiydi.
Şüphesiz ki dönem gereği devletin ekonomide temel düzenleyici olması ve devlet harcamaları ile yeni bir büyüme ve çıkış yolunun oluşturulması kaçınılmazdı. Ancak New Deal’in özü tam bu değildi. 1929 krizi, zaten piyasanın kendiliğinden işleyişinin, kriz dinamiklerini dışarıda bırakarak, ekonomiyi büyüteceği tezinin geçersizliğini ortaya çıkarmıştı. Burada serbest rekabeti bozan tekelci yapıların ve rant -saadet- zincirlerinin ortadan kaldırılması ve devlet eliyle yeniden serbest rekabetin sağlanması amaçlanmıştı.
Piyasa nedir?
Bu çerçevede Roosevelt’in Keynesyen ekonomi politikaları, 1935’ten itibaren, daha önce hazırlığı yapılan ve çıkarılan yeni yasalar ve kurumlar sayesinde uygulandı. Örneğin, finansal sistemi ve bankacılık sistemini düzenleyen genel planlama yasaları ve buna bağlı düzenleyici kurumlar oluşturulurken, rekabeti sağlayacak, emek piyasalarını düzenleyecek ve işsizliği önleyecek denetleyici yasa ve kurumlar inşa edildi. Aslında burada paradoksal bir durum vardı. Bir yandan devlet ekonomiyi düzenleyip istihdam yaratıyor, öte yandan tekellerle mücadele ederek rekabetin önünü açıyordu. Dolayısıyla, Keynes’in o dönem için yazdıklarına da, Başkan Roosevelt’in New Deal politikalarına da yalnız devletçi politikalar diyemeyiz. Bunlar, çok yönlü krizden çıkış ve yenilenme politikaları olarak tarihe geçti. Bilinenin aksine, New Deal dönemi suç örgütlerini, kara para aklayıcılarını, yasa dışı kazancı sistem içinden ayıklayan bir dönemdir ve bu anlamda devletçi değil, gerçek anlamda piyasacıdır.
YEP ve büyüme
Yeni Ekonomi Programı’nın (YEP) rakamsal hedeflerinden çok bahsetmeyeceğim; zaten dünden beri ilgili olan herkes bunları ezberlemiştir. Hedeflerin ve beklentilerin gerçekçi olduğu yaygın kanı. Tabii ki Türkiye için bu büyüme hedefleri düşüktür ancak YEP, iddia ettiği gibi, yeni bir dengelenme ve bu dengelenmeden sonra yeni sanayi devrimini merkez yapan bir büyüme-kalkınma yolunu hedefliyorsa dört yıl için -2018 dâhil- yüzde 3.6 büyüme ortalaması kabul edilebilir ve bu ortalama, gelir dağılımı ve istihdam açısından az sorunlu olarak aşılır. Buradaki kritik yıl 2019 yılıdır; bu yıl ihracatın büyümede temel olduğu ortaya çıkıyor. Net ihracatın büyümeye katkısı bu yıl yüzde 1.5 civarında tahmin ediliyor ve bu oran büyümenin temel aksını değiştirerek kamu ve tüketimden alarak sanayici ihracata veriyor. Burada önemli olan, bunun 2020 ve 2021 yıllarında devam ettirilmesi ve istihdam oluşturan ihracatçı sanayinin sonraki yıllarda olan yüzde 3.5 ve 5.0 oranlarındaki büyüme performansını önemli ölçüde belirlemesi. Bunun için de YEP içinde -doğal olarak- göremediğimiz finansal kesimin ayrıntılı yapılanmasına, banka kesiminin yeniden yapılanma sürecine ve hangi öncü sektörlerin öne çıkartılacağına bakmamız gerek.
Ben önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin gerek altyapı gerekse bir kalkınma göstergesi olan projeler için yurt dışı kaynak açısından avantajlı olacağını ve sanayiyi, istihdamı destekleyen yatırımların bütün bu dönem boyunca genel kamu dengelerini bozmadan devam edeceğini düşünüyorum.
Ancak şunu da unutmamalıyız; bu program, aynı zamanda, bir “istikrar” programıdır ve bu anlamda bir “dengelenme” sürecini içeriyor. Bu çerçevede YEP, Türkiye için, OECD’nin büyüme tahminlerinden çok daha “iyi” sayılabilecek bir büyüme tablosu ortaya koyuyor ama 2018’in son iki çeyreğinde ve 2019’un ilk iki çeyreğinde hızlı bir daralma sürecini de kabul ediyor. Burada buna katlanabiliriz ancak önemli olan bu “dengelenmenin”, tıpkı New Deal gibi, Türkiye’yi yeni bir kalkınma yoluna sokacak üretim yanlısı reformlar için kullanılması olmalıdır.
Bizim burada ihracatçı KOBİ’leri koruyan ve onların küresel rekabetini güçlendiren, ekonominin temel dinamiğini yüksek katma değerli sanayi olarak ortaya çıkartacak derinlikli reformlara ihtiyacımız vardır. Bu anlamda örneğin alacak sigortası sistemi gibi sanayiyi ve sanayi temelli perakende sektörünü destekleyen yapıların hemen yürürlüğe girmesi, verimlilik temelli şirketlerimizin finansmanını sağlayacak sermaye piyasası düzenlemeleri adımlarının atılması acil adımlar olmalıdır. Ekonomik istikrar programları, var olan sermayenin eskimesi ve verimliliği kaybetmesi sonucu olarak da gündeme gelirler ve bütün istikrar programları, milletin tümünden fedakârlık ister. Türkiye bunu YEP ile yapacaktır ve bu anlamda YEP bir yenilenme fırsatı da olmalıdır. Bu olursa milletin fedakârlığı millet için bir kazanıma dönüşür ki böyle olacağından kimsenin şüphesi olmasın.
Kriz değil, umut var!
Bu anlamda YEP’i tamamlayacak olan köklü üretim yanlısı reformlar ve finans kesimi kadar sanayinin ve küçük-orta boy işletmelerin de korunması perspektifidir. Ben bu anlamda YEP’in -ismiyle müsemma- bir yenilenme değil, tümüyle yeni olana geçiş fırsatı olmasını da diliyorum. Ki, programın alt kırılımlarında bunu görüyoruz. Rekabetçi ve yüksek katma değerli sektörleri öne çıkartan ve hedefleri izleme konusunda kurumsal yenilikler getiren açılımları görebiliyoruz.
Buraya hemen şu notu da ilave edeyim; bu hafta Cumhurbaşkanımızın Türkiye’de faaliyet gösteren ABD kökenli küresel şirketlerle yaptığı toplantıya katıldım. Hemen hemen çoğu dünya devi olan bu küresel şirketler Türkiye’deki merkezlerinden yalnız Türkiye yatırımlarını ve operasyonlarını değil, bölge yatırım ve operasyonlarını da yürütüyor. Bu şirketlerin çoğu Türkiye ve bölge yatırımlarının hiç frene basmadan devam edeceğini açıkladılar. Bir kriz endişesi kimsede yok. Şimdi YEP’in bu şirketler için de önemli bir yol haritası olacağını, yatırım planlarının yukarı doğru revize edileceğini umuyorum.