Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü (KEİ) dün İstanbul’da hem 25. kuruluş yıldönümünü kutladı hem de Türkiye’nin dönem başkanlığı çerçevesinde İstanbul zirvesini gerçekleştirdi ve bir sonuç bildirgesi yayımladı.
KEİ’nin kurulması fikri seksenli yılların başına dayanıyor. Sovyetler’in Türkiye’nin zengin olduğu gıda ve benzeri tüketim mallarına, Türkiye’nin de enerjiye olan ihtiyacı KEİ’yi temellendiren, karşılıklı çıkarlara bağlı, bölgesel ticaret işbirliği arayışlarını öne çıkartıyor. Yine o dönem, uluslararası ticaret açısından zor günler yaşayan Romanya, Bulgaristan KEİ fikrine ve arayışına katılıyorlar.
Bir müddet sonra Sovyetler’in dağılması Karadeniz’le bağlantılı ülkelerin kendi aralarında daha etkin ve sorunsuz ticaret yapmaları arayışına ara verdirmiyor. KEİ’yi inşa etme toplantılarına Azerbaycan, Gürcistan, Moldova ve Ermenistan da eski Sovyetler Birliği ülkeleri olarak dâhil oluyorlar. Sonuçta Sovyetler’in dağılmasıyla ortaya çıkan ülkeler dışında iki Avrupa ülkesi de (Yunanistan, Arnavutluk) bu oluşuma katılıyor ve KEİ 1992 yılında kuruluyor.
Esasında KEİ gibi yalnız ticari ve ekonomik saiklerle kurulmuş birlikler, AB gibi siyasi ve çok kapsamlı, çok amaçlı büyük entegrasyonların tamamlayıcısı olabilirler.
Bu birlikler, sermaye, emtia, işgücü alanlarındaki dolaşımı düzenlerler ve ülkelerin mukayeseli üstünlük avantajlarını değerlendiren spesifik oluşumlar olarak üst birliği tamamlarlar.
AB neden dağılacak?
Ancak şu an geldiğimiz noktada KEİ gibi “alt birlikler” çok daha önemli oluşumlar olarak değerlendirilmelidir.
Çünkü bugün AB’nin genişlemesi durduğu gibi, AB giderek bir birlik olma özelliğini yitirmekte ve üye ülkelerin tümünün kazandığı bir ekonomik, siyasi entegrasyon olmaktan çıkmaktadır. Tam aksine AB, burada kendisini ekonomik ve siyasi lider ilan eden Almanya ve onun çaresiz takipçisi bir kaç kuzey ülkesi dışında, hiçbir ülkeye orta ve uzun vadede ekonomik zenginleşme, refah ve siyasi olarak da daha fazla demokrasi vaat etmemektedir.
Almanya’nın da sorunları, AB’nin bu haliyle, yakın zamanda çözülecek sorunlar değildir ve Alman ekonomisi yüksek verimliğine rağmen iki temel sorunla karşı karşıyadır. Birincisi, sorunlu emek/teknoloji bileşimi karları sürekli düşürmekte ve teknoloji verimliliği hem yüksek işgücü maliyetleri hem de pazar sorunu nedeniyle büyümeye net katkı yapamamaktadır; bu da Almanya’nın ikinci temel sorunudur. Zaten Almanya bu pazar ve yüksek maliyetli işgücü sorunu nedeniyle Yugoslavya’da soykırıma varan katliamlar yaparak bu coğrafyayı parçaladı ve kendi uydusu, pazarı olabilecek ülkeler amaçladı.
Almanlar kendilerine Nazi denmesine çok kızıyorlar ve o tarihi hatırlamak istemiyorlar ama Hitler’in yaptığının küçük versiyonunu Doğu Avrupa coğrafyasında doksanlarda yine yaptılar. Yakın zamanda da benzerini Türkiye merkezli olmak üzere yapmaya çalıştılar ama Türkiye’nin Yugoslavya olmadığını yaşayarak öğrendiler.
AB ekonomisinin bize göre gerçek sorunu, Almanya gibi merkez ülkelerde, geleneksel sektörlerdeki yüksek verimliliğe rağmen, bu sektörlerin çok ciddi bir pazar sorunuyla karşı karşıya kalmalarıdır. Öte yandan, yüksek teknoloji içeren sektörlerde ise yine rekabet baskısıyla birlikte, düşük kâr oranları AB ekonomisinin temel sorunudur. Almanya ve Fransa gibi merkez Avrupa ülkeleri başta enerji olmak üzere, yükselen maliyetler nedeniyle geleneksel sektörlerde Asya ülkeleriyle rekabet zorluğu çekiyorlar. Buna euro’nun da değerli olmasını eklerseniz Almanya ve Fransa’nın üzerindeki resesyon baskısının devam edeceğini söylemek zor olmaz.
Bu soruna Macron da çözüm bulamaz. Ancak yeni Fransa Cumhurbaşkanı AB’nin bu halini reddedip, yeni AB için, bir genişleme stratejisi için liderlik yapabilirse bu sorunun çözümü için adım atabilir.
Birlik arayışları...
Adriyatik ve Balkan coğrafyası şimdi bitmekte olan Almanya merkezli birlikle devam edemez. Mesela Slovenya gibi ülkelerin yangından mal kaçırırcasına, Almanya’nın baskısıyla AB üyesi yapılması da Almanya’nın bu ülkeleri yutma planının bir parçasıdır.
O zaman karşımıza ilk önce Balkan ve daha sonra Adriyatik ülkelerini de içine alan ve Türkiye ile devam ederek, Ukrayna ve Gürcistan’a hatta Azerbaycan’a varan yeni bir birlik perspektifi çıkıyor.
Bugün Türkiye zaten Güney Gaz (enerji) Koridoru ile Kafkasya ile Adriyatik’i birbirine bağlıyor. Bu enerji hattı, Bakü-Tiflis-Kars demiryolu hattıyla da kardeştir ve bu hat, Marmaray’la Çin’den gelen demiryolu ağını Avrupa’ya bağlar ki bu yeni İpek Yolu’nun ta kendisidir.
Öte yandan, İngiltere’nin Brexit süreciyle birlikte yeni ikili ticaret anlaşmaları yapacağı bir döneme de giriyoruz. Böyle olunca... İngiltere’nin Brexit süreci, Çin’in “tek kuşak, tek yol” projesi, Türkiye’nin yeni büyüme arayışları, Rusya’nın Avrasya Birliği’ni enerji ve ticaretin yeni entegrasyonu olarak yeniden inşa etme zorunluğu... Bütün bu tarihi ama güncel arayışlar, bizim karşımıza 19. ve 20. yüzyılda çizilen dünyadan çok daha farklı bir dünya imkânını çıkartıyor.
Bu anlamda KEİ gibi, bir önceki yüzyılda kurulan ama şimdi çok farklı bir yolu olması gereken birliklere bu persfektiften bakmalıyız. Şimdi KEİ içindeki ülkelerin de birbirleriyle sorunları var diyeceksiniz. Örneğin Azerbaycan-Ermenistan, Rusya-Ukrayna gibi... Ama bu sorunlar da bir önceki yüzyıldan kalma sorunlar değil mi?