Cemil Ertem

Cemil Ertem

dr.cemilertem@gmail.com

Tüm Yazıları

Türkiye’nin ilk çeyrek büyüme performansındaki ayrıntılar önemli. Çünkü bu ayrıntılara baktığımızda yalnız iktisadi bir yönelim ve buna bağlı sonuçlar elde etmiyoruz. Bu büyüme performansı, büyümenin bileşimi ve yönelimi, bize önemli bir değişimin ipuçlarını da veriyor.

Öncelikle Türkiye’nin yakın ve Ortadoğu ülkeleri dışında kalan Asya ülkelerine ihracatı giderek artıyor. Burada yüzde 30’u bulan bir ihracat artışı söz konusu. Öte yandan, Türkiye, büyüme temposunda Asya’yı yakalıyor. 2017 ilk çeyreğinde Çin (6.9) Hindistan’dan (6.1) sonra Türkiye yüzde 5 ile en yüksek büyümeyi yakaladı.

Haberin Devamı

Asya büyümesi...

Doksanlı yılların ortalarından itibaren hızlanan Asya büyümesi, esasında Batı’nın büyüme ve kalkınma paradigmasından temel bir kopuşu temsil ediyordu. Doksanlı yıllarda arka arkaya gelen krizler, başta G.Kore olmak üzere, Asya ülkelerinde devletin piyasa düzenlemelerine ve genel büyümeye katkısının daha yoğun olduğu yeni bir yolu bu ülkelerde gündeme getirdi. Esasında, Çin’in ayrı bir hikâyesi olduğu için onu dışarıda tutsak bile, bu ülkelerin ayrışması yetmişli yıllardan itibaren belirginleşmeye başlamıştı. G. Kore’nin hızlanan sanayileşmesi ve burada devletin rolü de bu yıllara dayanır.

J.K. Galbraith, 2004’te Çin, Hindistan konusunda şunları söylüyordu: “Gerek Çin gerek Hindistan 1970’lerde Batı bankalarının dümen suyuna girmeyerek kendilerini borç krizinden kurtardılar. Her iki ülke de sermayeyi kontrol etmeye devam ediyor, böylece sıcak para bu ülkelere serbestçe girip çıkmıyor. Her iki ülkede de ağır sanayi büyük ölçüde devlet sektörünün elinde olmaya devam ediyor... Evet, Çin ve Hindistan, bir bütün olarak büyük bir iş başardılar ve yaptıkları reformlar, yasal düzenlemeler bunda rol oynadı.”

Esasında Galbraith’in bu söylediklerini, Dünya Bankası yetkilisi olarak Çin gözlemlerini yazan Ramgopal Agarwala da şu cümleyle teyit ediyor: “Çin’in başarısının temelinde Washington Mutabakatı politikalarına körü körüne uymaması yatmaktadır.” (R. Agarwala, The Rise of China: Threat or Opportunity 2002)

Haberin Devamı

Pasifik Asya’nın bu yönelimi, öncelikle piyasa ekonomisini reddetmiyordu. Tam aksine, devlet, Batı’da sanayi devrimi sürecinde olduğu gibi, piyasanın genişlemesi doğrultusunda özel sektörü destekliyor ve yönlendiriyordu. Teknoloji gelişimini üstleniyor ve bunu, özel alanların doğrudan kullanımına açıyordu. Ama bu model, Batı’nın dış borca dayalı ultra-liberal politikalarını devre dışı bırakıyordu. Sanayileşme ve eğitim politikası arasında çok yönlü bir ilişki kuruyor ve beşeri sermaye ile birlikte teknolojiyi yeni büyümenin temel dinamiği haline getiriyordu. Finans alanında ise kaynaklar, bu yeni sanayileşme doğrultusunda, yine devlet tarafından, yönlendiriliyordu. Özellikle Çin, başta Afrika olmak üzere, hızlı kalkınmaya aday olan coğrafyalara, uzun vadeli kredilerle yoğun sermaye ihracını yine bu süreçte gerçekleştirdi. Keza G. Kore’nin hatta Malezya gibi ülkelerin bu yeni inovasyon yönlü çıkışı banka sistemindeki çok köklü reformlarla desteklendi.

Türkiye’nin yolu...

Haberin Devamı

Bütün bu zaman dilimini Türkiye ise krizlerle ve siyasi dalgalanmalarla harcadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hem Başbakanlık döneminde hem de Cumhurbaşkanlığı sürecindeki müdahaleleri dışında, topyekûn bir çıkış ne yazık ki yakalayamadık. Zaten IMF ile 19. Stand-By’ı 2008 yılında bitirdik ve 20. Stand-By anlaşmasını da Erdoğan’ın iradesiyle yapmaktan kurtulduk. Bu anlamda Türkiye ekonomisindeki temel-tarihi kırılmanın ve yeni Asya kalkınmasına yakınlaşmanın tarihi 2008’tir.

Krizin teğet geçmesi (2009) ve 2010-2011 büyümelerinin arkasında 2008’de Erdoğan’ın tarihi kararı vardır. Ancak 2012 ve sonrasında yeniden frene basıldı. Bu süreçte TCMB’nin politikaları ve daha birçok adım, Türkiye’nin hak ettiği yeni büyümeye anlayışını önümüze getiremedi.

Ancak Cumhurbaşkanını halkın seçmesi ve siyasi iradenin ekonominin tüm alanlarını görmeye başlamasıyla Türkiye, Asya’nın yeni yüzyılın başında yakaladığı çağdaş, bağımsız ekonomi anlayışına adım atmaya başladı. Yeni dönemin kurumları, teşvikleri, uygulamaları bu dönemde arka arkaya devreye girmeye başladı. Türkiye, hem maliye hem de para politikalarında, bir önceki yüzyılda kalmış, 2. Dünya Savaşı sonrasının çağ dışı kurumlarının yönlendirmesinden kurtulmaya başladı.

Bu kurumlardan bir tanesinin Türkiye temsilcisi geçen gün Türkiye’deki kredi genişlemesini ve bu kredi genişlemesine bağlı büyümeyi suni (geçici) olduğunu söyledi. Bu zatın suni kredi genişlemesi diyerek KGF’yi kastettiği çok açık. Defalarca yazdık, KGF, Türkiye’de özel banka sisteminin -esasında- sahibi olduğu bir kurum. Bütün bu kredi genişlemesi, kamu bankalarından daha çok, özel bankaların talepleri ve kredi iştahıyla gerçekleşmiştir. Türkiye, esasında burada çağdaş, piyasa derinliğini gözeten ve piyasa yanlısı yeni bir ipoteklendirme sistemi geliştirmiştir. Ama bunlar, kendilerinden bağımsız, kendileri denetimindeki her türü adımı engellemeye alışık oldukları için, cahilliği bile göze alarak bu sözleri söylüyorlar.

Sonuç olarak, Türkiye, son büyüme verisinin ipuçlarını verdiği gibi, yeni Asya kalkınmasıyla fikren ve fiziken buluşuyor. Bu, hiç şüphesiz ki yalnız Türkiye için değil, Avrasya bölgesi için de önemli bir gelişmedir.