Cemil Ertem

Cemil Ertem

dr.cemilertem@gmail.com

Tüm Yazıları

ABD parası dolar Fed’in faiz kararı öncesi son zamanlardaki en düşük seviyesini gördü. Bu, Yellen sonrası da Fed’in “güvercin” duruşunu sürdüreceği ve agresif faiz artırımı yapmayacağının satın alınması olarak da okunabilir. Ancak bu sığ ve çok kısa vadeli bir değerlendirme olur. Burada, her ne kadar kafaları karışık da olsa, ABD ekonomisini yönetenlerin niyetinden bağımsız olarak, doların değer kaybettiği gerçeğinin altını çizmeliyiz. Dünya, çok açık olarak, yeni bir genel eşdeğer yani yeni bir dünya para sistemi arıyor ve dolara bağlı ticaret, dolar ve dolar bazlı kâğıtlar merkez bankalarının da temel güvencesi olmaktan yavaş yavaş çıkıyorlar. Dijital veri tabanlarına oturan yeni para sistemi arayışları da özünde bir ticari genel eşdeğer (dünya parası) arayışından bağımsız değildir. Bu konuda Türkiye çok net ve hazırlıklıdır. Öncelikle bunun altını çizmek isterim. Ancak tam burada, küresel sistemin hem ekonomik hem de siyasi olarak, en önemli oyuncularından olan İngiltere’ye göz atmak gerekir.

Haberin Devamı

Atlantik ekonomisi...

2. Dünya Savaşı’nın hemen bitiminde 1944 yılında, Britanya, ABD’de yapılan Bretton-Woods yeni para sistemi anlaşmasında Keynes’in planına karşı ABD’nin öne sürdüğü White planını kabul etmiş ve böylece sistemin iktisadi ve siyasi düzenlemesini ABD’ye bırakmıştı. O zaman İngiltere’nin bu rızası bir boyun eğme olmaktan ziyade, Sovyetler ve ABD arasındaki zoraki uzlaşının (Soğuk Savaş'ın) yüksek askeri harcamalara dayanacağını ve bu askeri yükselişin, aynı zamanda, Sovyetler dışındaki egemenlik alanlarında asker bulundurma, operasyon yapma zorunluğu getireceğini bilgisine dayanan bir stratejiydi. İngiltere, açıkçası yüksek askeri harcamalar yaparak dünyanın jandarması olma işini ABD’ye havale ediyordu. ABD, bu görevi Vietnam’dan başlayarak, çok kanlı ve çok maliyetli olarak yürüttü.

Londra bu durumdan çok rahatsız değildi ancak 80'lere gelindiğinde, bazı şeylerin çok da istedikleri gibi gitmediğini anladılar. Thatcher Demir Leydi olarak işbaşına geldiğinde, hantallaşan ve ABD’nin çok gerisinde kalan ekonomiyi yeniden düzeltmenin ve Britanya’nın eskisi gibi sermaye ihraç ederek, en uzak diyarları yeniden sömürgeleştirmenin yolunu devleti tümüyle ekonomiden çekmek ve geleneksel sanayileri Asya’ya kaydırmak olarak belirledi ve İngiltere, bu tarihten sonra, ABD ile atbaşı giden, içeride ultra liberal, dışarıda ise daha agresif bir çizgiye geçti.

Haberin Devamı

Britanya’nın açmazı...

Avrupa’nın euro’ya geçmesinden sonra da yalnız Almanya değil, görece düşük euro ile İtalya, İspanya, Fransa’da ihracatlarını hızla yukarı çektiler ve Asyalı rakipleriyle İngiltere’nin yetişemeyeceğini bir rekabete girdiler.

İngiltere, altın para sisteminde olduğu gibi, azgelişmiş bölgelere sermaye ihraç ederek, mutlak bir ekonomik egemenlik oluşturacağını sanıyordu. Ancak kaydi para sisteminde paranın finansallaşarak sermayeleşmesi ve bunun ihracı önemliydi, bunu emtia ihracının tamamlaması da işin olmazsa olmazıydı.

Bütün bu süreçte Britanya kökenli şirketler Avrupalı ve Asyalı rakipleriyle rekabet edemediler. Sorun yalnız yüksek işçilik maliyetleri değildi. Bunun dışında, teknolojik üstünlüğün önce ABD’ye, sonra Asya’ya kaptırılması ve ihracat yapılamayacak kadar yüksek sterlindi. İngiltere, önce otomotiv markalarını Avrupalı ve Asyalı rakiplerine kaptırmaya başladı. Sonra Londra’nın finans merkezi olması durumu da hızla gelişen ve yükselen ekonomilerin merkezine kayan finansallaşmayla tehlikeye girmeye başladı. Stratejik enerji ve savunma sanayii şirketlerinin de bu süreçte kan kaybetmesi beklenen bir sonuçtu. Avrasya coğrafyasında Türkiye ve Rusya, Pasifik'te Çin, G. Kore pazar ve teknoloji olarak öne çıkıyordu. Bu ülkelerin görece düşük para birimi ve hızla yukarıya çıkan, agresif pazar arayan şirketleri ile Britanya kökenli şirketlerin rekabet etmesi imkânsızdı. Üstelik krizi hissetmeye başlayan İrlanda, İskoçya hatta Galler huzursuzlanmaya başlamış ve İskoçya gibi doğal zenginliklere sahip ülkeler bağımsızlıktan çok sık bahsetmeye başlamıştı.

Haberin Devamı

Bütün bu süreç, İngiltere’nin hızla derin bir krize giden ve ekonomisi olduğu kadar siyaseti de sorunlu olan AB’yi sorgulamasına neden oldu. Hızla politika değişikliği yapmak ve üçüncü ülkelerle daha esnek politikalar üretmek gereği İngiltere için Brexit sürecini ortaya çıkardı.

Türkiye...

Bugün İngiltere, hızla Türkiye gibi ülkelerle yeni ticaret birlikleri, teknoloji ortaklıkları ve ortak üretim alanları geliştirmek zorundadır. Örneğin, halen İngiltere’de üretim yapan otomotiv ve sanayi şirketleri çok yakında hiç ihracat yapamayacak hale geleceklerdir. Bu kadar yüksek bir para birimiyle ve maliyetle Asyalı üreticilerle rekabet etme imkânları yoktur. ABD’nin rekabet için her türlü korumacılığı seslendirdiği ve küresel iklim değişikliği anlaşmalarını rafa kaldırdığı, Trans-Atlantik ve Trans-Pasifik anlaşmalarını iptal ettiği bir konjonktürde İngiltere’nin Brexit sürecinin sonunu bile beklemeye tahammülü yoktur.

İngiltere, Çin’in “tek kuşak-tek yol” projesine destek veriyor ve Pekin-Londra arasında yeni ticari ağları geliştirmeye çalışıyor. Esasında İngiltere, isteksizce de olsa, Atlantikçi “eski” yoldan artık ayrılması gerektiğini utangaçça kabul ediyor. İşte burada hem Brexit sürecinde hem de sonrasında Türkiye çok önemlidir. Kuzey ve Güney enerji ve ticari geçişlerini tutan, Avrasya ve Afrika pazarlarına uzanan bir Türkiye, hiç şüphesiz ki yeni dünyayı okuyan her ülke için iş birliği yapılması zorunlu bir ülkedir.