Türkiye ekonomisi 15 Temmuz’u yaşamış bir ekonomi... Dünyada başka bir ekonomi yoktur ki, 15 Temmuz gibi bir saldırıyı yaşadıktan sonra, sanki hiç bir şey yokmuş gibi ertesi gün bütün piyasalarını çalıştırsın ve daha birinci yılın içinde dünya ortalamasının çok üzerinde büyüme performansını yakalasın.
ABD ile vize krizinin ilk iş gününde yabancı yönetiminde olan bir bankanın genel müdürü, Türkiye’nin 3. çeyrek büyümesini yüzde 8’in üzerinde beklediklerini, ekonomide çok ciddi bir aktivite olduğunu, yılın tamamında yüzde 6’lık büyüme beklediklerini, ekonomideki güçlü aktivitenin sadece ticari aktivitede değil, tüketicinin aktivitesi ve güveni anlamında da ciddi canlanma görüldüğünün altını çiziyordu.
Hazırlıklıyız...
Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye’nin hem bölgesinde hem de küresel düzlemde ekonomik ve siyasi olarak hedeflediği yeni konumuna bağlı olarak, bu tür suni, çok anlamlandıramadığımız krizleri yaşayacağız. Bugün bu vize krizi oldu, yarın başka bir isimle ama yine akıl ve mantık sınırlarını zorlayan krizleri yaşayabiliriz. Bu, her ülke için böyle... G.Kore’nin her ay başının üzerinden balistik füze geçiyor. Önemli olan bu siyasi riskleri karşılayacak güçlü ekonomileri inşa etmektir ki, Türkiye, bunu yapıyor.
Ancak bunların hiç biri Türkiye ekonomisinin temellerine ulaşacak dalga büyüklüğüne erişemez. Bizim büyüme tempomuzu, ihracatımızı ve yatırım dinamiklerimizi geriye çekemez. Başta TCMB olmak üzere, bütün kurumlarımızın hazırlığının ve stratejisinin bu kadar belirgin olduğu bir başka dönem olmamıştır.
Latin Amerika’nın ve tabii Türkiye’nin geçmiş yüz yıllık hikayesi bu tür krizler üzerinden ekonomilerini sallamak ve ülkedeki politik iktidarı hizaya getirmek ya da askeri darbe yapmak üzerinedir. ABD, 20. yüzyılın ikinci yarısını bu tür krizler üzerinden kurguladığı hegemonya oyunu ile geçirdi.
ABD vize krizinden önce Türkiye’ye gelen Venezuela devlet başkanı Maduro bunu çok iyi bilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’da bunu çok iyi biliyor. Geçen yüzyılda ABD, Latin Amerika’yı ve bizim bölgemizi böyle yönetti.
Dünyanın en büyük petrol yataklarına sahip, doğal kaynaklar açısından en zengin ülkesi Venezuela bundan dolayı yıllardır yoksulluğun pençesinde kıvrandı. Ama, geçen yazımızda da, belirttiğimiz gibi, artık yeni bir yüzyıldayız. Gelişmekte olan ülkeler, bir önceki yüzyılda olduğu gibi, küreselleşmeyi inkar ederek, içe kapanarak yürüyemeyeceklerini biliyorlar. Tam aksine, gelişmiş ülkelerden daha fazla dışa açık bir ekonomi anlayışını öne çıkartıyorlar ve devlet mekanizmasını da, piyasanın önünü açan güçlü bir küresel piyasa oyuncusu olarak kullanmayı çok iyi gerçekleştiriyorlar.
Çin bunun en güçlü örneği olarak ortada. Bu ülkelerdeki güçlü devlet geleneği güvenlik şemsiyesi yanı sıra ekonomiyi, dışa açarak biçimlendirmede, şimdilerde etkin bir rol oynuyor.
ABD dahil olmak üzere, krizden çıkamayan batı ülkeleri ise, tam tersine korumacılık başta olmak üzere, hem kendilerini hem de küresel ekonomiyi daha da zora sokacak her türlü içe kapanmacı ve devletçi adımı atıyor. Yani doğuda, yükselen ekonomilerde devlet, yeni biçimiyle piyasanın önünü açan, piyasa yanlısı regülasyonları yöneten, ekonomiyi dışı açan, dolayısıyla özel girişimciliği ve buna bağlı ekonomik dinamizmi yukarı çeken bir işlev üstlenirken, batıda-gelişmiş ekonomilerde- devlet, küresel piyasaları bozan, kriz yaratan, korumacılık uygulayan, G-20 gibi platformlarda alınan çevre, ticaretin liberalizasyonu yanlısı kararları çiğneyen, kapsayıcı büyümeyi es geçen, tekelci bir yapıya dönüşüyor. ABD devleti başta olmak üzere, batılı devletlerdeki bu önünü görememe hali giderek ciddi bir topyekun siyasi diplomatik soruna dönüşüyor. Her türlü diplomatik kural ve temayül çiğneniyor.
Bu durum, şüphesiz ki, sürdürülebilir değil. “Siz bizim istediğimize gelirsiniz, sizin istediğinizin ise hiç önemi yok” diplomasisi diye bir şey olamaz. Çünkü artık bir önceki yüzyılda olduğu gibi, hegemonyanın salt çıkarları üzerine kurulmuş bir düzenin içinde değiliz.
Yeni ticaret düzeni...
Karşılıklı çıkarların ve çoklu işbirliğinin geçerli olacağı bir dünyanın temelleri çoktan atıldı. Bunun için de, açıkça söyleyeyim; ABD, yalnız benim paramın geçerli olduğu bir ticareti tanırım, bunun dışındaki ticaret yasadışıdır diyemez.
Bugün ABD’nin küresel bankaları bile, bilgi işlem sistemlerinde yerel paralarla ticareti kurgulayan, neredeyse çoklu parasal birlikleri elektronik olarak oluşturmuş ve doları atlayan küresel ticaretin temelleri atmış durumda.
Bu, kaçınılmaz, genel bir eğilim...
Türkiye ve İran merkez bankalarının yerel paralarla ticaret anlaşması çok önemli bir adım olduğu gibi, derinleşerek ve çoğalarak devam edecek yeni bir ticaret sisteminin de ilk başlangıç istasyonlarından birisidir.
Öte yandan Türkiye ekonomisi, dolar bazlı iniş çıkışlardan ve doksanlı yıllardaki finansal krizler benzeri dalgalanmalardan etkilenecek sığlığı çoktan geride bıraktı. Ekonominin gerçekleri, kafası yüzyıl geride kalmış siyasetçileri dinlemez. Bugün Türkiye, küresel sermayenin yatırım yapacağı ender ülkelerden birisidir.
Türkiye, bu yeni dönemin kurumlarını, anlayışını, hem finansal piyasalar hem de reel ekonomi için hızla geliştiriyor. Türkiye’deki banka sistemi, dünyanın en sağlam finansal yapılarından birisi. Kredi Garanti uygulaması (KGF )bugün dünyada bir ilk...
Enerji alanında atılan adımlar, Türkiye’nin yakında enerji fiyatlarını belirleyen ve enerji ihraç eden bir ülke konumuna geleceğini gösteriyor. Yalnız enerjide atılan adımlar bile, bizim çok büyük ve çok eski bir oyunu bozduğumuzu gösteriyor. İşin gerçeği ve ortadaki sorun tam da budur.