'Tarihi’ diye nitelenen ve basında böyle anlatılan Erdoğan-Trump buluşmasında sürpriz sayılacak, beklenmeyen bir gelişme olmadı. Esasında bu buluşma öncesi ABD’nin tartışılan adımı da beklentiler dahilindeydi. Daha önce de bu sayfada yazdığımız gibi bu buluşmada esas olan, bölgedeki reel-politikten ziyade, orta ve uzun vadede belirginleşecek yeni ekonomi-politiğin çok da konuşulamayan ipuçlarının ortaya çıkmasıydı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD’ye Çin’de yapılan “tek kuşak-tek yol” zirvesinden gitmesi, Rusya-Türkiye ve Türkiye-AB ilişkilerinin yeni yol haritası, Türkiye’nin 16 Nisan itibarıyla belirlediği yeni anayasal sistemi ve Cumhurbaşkanı’nın tüm bunlardaki siyasi belirleyiciliği, vizyonu, bu buluşmayla ABD’ye taşındı. Bence bu görüşme “tarihi” olarak tanımlanacaksa tarihi olan budur. Tabii bu anlamda da, yalnız bu buluşma değil, Türkiye’de şu sıralar olan biten birçok gelişme ve hem iktisadi hem de politik adım olarak da tarihidir. Tıpkı bu hafta sonu gerçekleşecek AK Parti Kongresi gibi...
Cumhurbaşkanı’nın Çin ve ABD yolculuğunun başladığı tarihlerde İstanbul’da Cumhurbaşkanlığı himayesinde IDEF’17- 13. Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı gerçekleştirildi. Savunma Bakanlığı’nın ev sahipliğini yaptığı ve artık gelenekselleşen bu fuarlar, hep bir önceki fuarı teknolojik olarak aşan yeni ürünlere sahne oluyor. Yalnız bu bile bize önümüzdeki dönüşümün gücünü, derinliğini gösteriyor. İşte tarihi olan tam da budur; bir başka açıdan...
Savunma sanayii...
Savunma sanayii deyince aklınıza yalnız silah ve savaş gelmesin. Savunma sanayii dediğimiz alan, insanlığın var olanı koruması, paylaşması ve idare etmesi alanıdır ve böyle olunca da geliştirmek bu alanın temel dinamiğidir. Şimdi kullandığımız bilgisayar ve internet-haberleşme-teknolojisi savunma sanayiinin ürünüdür. Savunma sanayii teknolojisi doğası gereği inovatiftir. Böyle olunca her alandaki toplumsal kalkınma ile teknoloji özellikle savunma sanayii teknolojisi birbirini sürükler. Örneğin, Osmanlı’nın genişlemesinde bir mühendislik harikası olan kompozit yayın rolü büyüktür. Kompozit yay ve daha sonra İstanbul’un fethinde kullanılan top teknolojisi genişlemenin, çoğu kere anlatıldığı gibi, pazı gücüyle olmadığını bize gösterir. Ancak bütün bunları tamamlayan-sürdüren daha doğrusu bunu temellendiren güçlü bir mali yapı ve ekonomi işin olmazsa olmazı olarak karşımıza çıkar. Osmanlı, savunmadaki gücünü, temel ekonomik ve mali dengelerini yitirip, bunları Batı’ya teslim ettiği andan itibaren yitirmiştir.
O zaman şunu söyleyebiliriz; savunma sanayii bir toplumdaki genel teknolojik birikimin en üst kertesi ve özetidir. Ama savunma sanayii bu anlamda geleceği de gösterir. Siz burada aradaki farkı kapatmaya hatta geçmeye başlamışsanız arkası tüm hızıyla gelecektir. Şunu, tam şimdi, rahatlıkla söyleyebiliriz; eğer Türkiye “eskiye” adım atmazsa, dünyada yeni çoklu detant’ın çok önemli bir ülkesi olacak ve yeni sanayi devrimini yakalayacaktır.
Bugün çok önemli yapısal sorunları olmasına rağmen, Türkiye ekonomisi dünyanın ekonomik krizinden en az etkilenen ekonomiler arasında sayılıyor. Burada 2008’den beri attığımız adımların, her türlü itiraza rağmen yapılan altyapı yatırımlarının, orta sınıfı destekleyen kapsayıcı bir büyüme arayışının payı büyüktür. Şimdi önemli olan, bu yeni dönemde bunu, kararlılıkla devam ettirip ettiremeyeceğimizdir.
Rapor terörü...
Bu bağlamda Türkiye’nin bundan sonra özellikle ekonomide atacağı yeni dönemin adımlarına dönük engellemeler, çarpıtmalar gelecektir. Şimdiden bunları yaşıyoruz. Çoğu kere dikkate almasak bile, neredeyse bir saldırı niteliği taşıyan çarpıtmalar aslında doğru bir yolda olduğumuzu da bize gösteriyor. Hemen bir örnek vereyim: Şu sıralar bu çerçevede en çok haksız eleştiriye uğrayan uygulamalardan bir tanesi de Kredi Garanti Fonu’nun adımları...
İkincisi, TCMB’nin geliştirdiği yeni, aktif para politikası çerçevesi... Mesela geçen gün Uzakdoğu kökenli bir yatırım kuruluşu yayımladığı raporda şöyle diyor: “Türkiye’de yetkili makamların kredi akışı konusunda ısrarcı olmalarından ve Merkez Bankası’nın likidite sağlamak için menkul kıymet alımını planlamasından endişe duyuyoruz.” (Tabii söz konusu kıymetlerin çürük kıymetler olacağı ve bunun merkez bankasının dolaylı olarak piyasaya “karşılıksız” para sürmesi anlamına geleceği varsayılıyor.)
Şimdi neresinden tutsanız ele gelmeyecek bir paragraf bu. Öncelikle TCMB’nin böyle bir planının olduğunu Merkez Bankası’ndan duydunuz mu? Bunu duyamazsınız, çünkü böyle bir şey yok. Siz TCMB’yi bilançosu çürük kıymetlerden geçilmeyen ve aslında teknik olarak batık olan bazı merkez bankalarıyla karıştırmayın. Karşılıksız para meselesine gelince, o konuyu hiç açmayalım; en büyük kalpazanı hepimiz biliyoruz. TCMB’nin hiçbir zaman böyle bir planı olmadı, olmaz da... İkincisi kredi genişlemesi ile KGF uygulamasını kastediyorsanız bu, rakamlardan da anlaşılacağı üzere, tamamen kamu dışı bir dinamikle gerçekleşiyor. KGF’nin çok gelişmiş bir derecelendirme sistemi var. Ayrıca, KGF kredilerini, büyük ölçüde, kamu bankaları değil özel bankalar sirküle ediyor. Türkiye’de bir devlet yetkilisinin, çoğu yabancı ortaklı bankalara şu hacimde kredi kullandırın diyebileceğini mi düşünüyorsunuz?
Şimdi bu gibi uydurma raporları yazan kuruluşlar öncelikle kendi yatırımcılarını kandıran “nitelikli dolandırıcı” durumuna düşüyorlar. Ama bu bizi bağlamaz, onlara bağlanan yatırımcılar bunu düşünsün ancak, üzerinde durulması gereken şu; bu yalan yanlış raporların hangi siyasi saiklerle yazıldığı...
Bunu da, yazının başında anlattığımız gibi, IDEF ’17 fuarına bakarsanız anlarsınız...