Geçen hafta Ankara’da yapılan Türkiye-Rusya ve İran zirvesinden sonra Reuters, ABD’nin Rusya’ya giderek dozu artan ekonomik yaptırımlar uygulamaya hazırlandığı haberini geçti. Bu yaptırımların gerekçesi ise ABD seçimlerine Rusya’nın müdahalesi ve siber saldırı olarak belirtiliyordu.
Aynı günlerde ABD, hem İran’a yönelik ambargo açıklamalarının dozunu artırıyor hem de Çin’le açıktan ticaret savaşına giriyordu.
Tabii bu tabloyu da Suriye’de Esed’in Doğu Guta’ya yaptığı, sivil halka yönelik, insanlık dışı saldırılar tamamladı. ABD, Esed rejimine müdahale edeceği sinyalini, Trump’la verdi ve Trump’ı bu sefer Pentagon da yalanlamadı.
Dün de Trump, Suriye’ye müdahale edeceklerini yineledi. Rusya’da saldırıya cevap vereceklerini tekrarladı.
ABD ve Rusya’nın Suriye’de karşı karşıya gelmeleri ilk defa bu kadar yakınlaşırken, Pasifik’te ABD’nin gücü Çin’le girdiği ticari savaşla tartışmalı hale geliyordu. Bütün bu gelişmelerin doğal sonucu olarak, gelişmekte olan ülkelerin para birimleri Rus parası rublenin öncülüğünde değer kaybetmeye başladı. Tabii bütün bu gelişmelerin Ankara zirvesinden sonra olması dikkat çekicidir. Ancak ABD’nin Çin’le girdiği ticari savaştan da bağımsız değildir. ABD’nin Çin karşısındaki en zayıf yanı, Çin’in dolar bazlı rezervleridir. Zaten Çin’in de ABD’ye karşı kullanacağı son ama en güçlü silah -kademeli de olsa- dolar bazlı rezervleri eksiltmeye başlamasıdır. Bunun için ABD, dünyanın en sıcak bölgesi olan Ortadoğu’yu daha da ısındırarak ve Rusya’ya İran’a açıktan yaptırımlar uygulayarak, doların değerini göreceli olarak yukarıya çekiyor ve yeni bir dolar konsolidasyonuna gidiyor.
ABD müdahalesi mi?
Öncelikle Trump’ın “Suriye’den çekilmemiz lazım” diyerek itiraf ettiği gibi, bu hararet, Bush dönemlerine benzer, doğrudan uzun süreli işgallerle sürdürülecek bir durum değildir. ABD, bunun için Suriye’de ne terörün temeli olan Esed rejimi ile ne de diğer terör örgütleriyle doğrudan müdahale ederek mücadele edebilir. Tam aksine, PKK ve DAEŞ örneğinde olduğu gibi, bunları el altından ya da PKK-YPG de olduğu gibi açıktan, bölge daha da ısınsın diye, destekler. Trump’ın dün sözünü ettiği müdahale olsa bile bu, sınırlı ve Rusya’nın da canını çok sıkmayacak seviyede olacaktır.
Dolayısıyla, Pasifik’te olduğu gibi, Ortadoğu coğrafyasında da ABD’nin doğrudan hegemonyası bitiyor. Ama biterken de kendisine rakip olacak ülkeleri tarumar etmeyi, güçten düşürmeyi deniyor. Bunun için de terör saldırılarını takip eden ya da tamamlayan finansal saldırılar gündeme geliyor.
Finansal saldırı...
ABD, giderek rezerv para durumunu kaybetmekte olan doları, bir süre daha bu tür finansal saldırılar için kullanabilir. Ankara zirvesinden sonra İran ve Rusya’da aynı anda hemen arkasından Türkiye’ye başlayan kur atakları bu anlamda okunmalıdır ama işin bir diğer önemli yanı da bu ataklara karşı, söz konusu ülkelerin ne cevap vereceğidir. Bu konuda Rusya’nın çok yakın bir deneyimi vardır. 2014 yılı Kırım sorununun ortaya çıktığı, petrol fiyatlarının hızlı düşmeye başladığı yıldı. Rusya Merkez Bankası 570 milyar dolarlık rezervlerine güveniyor ve Putin 400 milyar doları rubleyi ve Rus ekonomisini korumak için ayırdık diyordu. Ama merkez bankası ilk 100 milyar doları elden çıkardığında değişen bir şey yoktu; ikinci yol faiz artırmaktı. Ruble üzerinde artan baskıya karşılık, Rus Merkez Bankası politika faizini kademeli olarak artırdı. Ocaktan başlayarak ekim ayına kadar, yüzde 5.5 olan politika faizini yüzde 9.5’e çıkardı. Ancak değişen bir şey olmadı, ruble yıllık bazda yüzde 30 devalüe oldu.
Şimdi Rusya, rublenin hızla değer kaybetmesi ve gelecek yaptırımlar konusunda, geçmiş deneyimlerini de bağlı olarak, para politikası tarafında olmaktan ziyade, ekonomide güçlü yanlarını öne çıkartarak ve siyasi hamlelerle, ABD kaynaklı bu ataklara cevap veriyor.
İran’ın tarihi hatası...
İran ise bence tarihi bir hata yaptı. İran yönetimi, geçen gün, riyalin dolar karşısında değer kaybetmesini önlemek amacıyla, dolar kurunu 42 bin riyale sabitledi. Bu tam da ABD’nin istediği bir şey. İran’da bundan sonra olacaklar belli. İran yönetimi istediği kadar karaborsa fiyatlamayı ve bu karaborsa fiyatları üzerinden dolar talebini önleyeceğini ilan etsin; riyal anında, dolar karşısında, belirlenen fiyatın en az iki kat düşüğüne geçecek. Enflasyon hızlanacak ve bu da ikili fiyatlamada karaborsa fiyatlarını öne çıkartacak. İran’da en geç bir yıl içinde yeni ayaklanmalar başlayabilir ve rejim bu sistemle en çok iki yıl yürüyebilir. Yani İran, bu kur atağının tuzağına düşmüş oldu. Tıpkı Brezilya’da olduğu gibi, İran’da da ekonomik bozulmayla birlikte yürüyecek bir rejim değişikliğinin düğmesine ABD böylece basmış oldu.
Brezilya’da Lula-Dilma iktidarları, petrol tekellerinin ve Amerikancı büyük sermayenin isteğiyle devrildi. Hem Lula hem de onun takipçisi Dilma, ülkede milli petrol şirketi Petrobras’ın etkin olması ve yoksulluğu azaltacak yeni bir büyüme ve kalkınma politikasına geçilmesinin temelini atmışlardı. Faizlerin düşmesi ve büyümenin, tekeller odaklı olmaktan çıkarak kapsayıcı bir kalkınmayla devam etmesi Lula ile başlayan ve Dilma Rousseff ile devam eden sürecin temel çıkış noktasıydı. Ancak izin verilmedi. Şimdi sıra doların egemenliğe karşı Petrocoin’i çıkartan Venezuela Devlet Başkanı Maduro'da...
Türkiye ne yapmalı?
Tam burada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın duruşunu ve Türkiye’nin yerini artık anlatmaya gerek yok. Ancak burada şunu söyleyebiliriz; Türkiye, Brezilya gibi kolay lokma olmadığı gibi, İran’ın yaptığı hataları yapacak bir ülke de değildir artık. Türkiye ekonomisinin son yıllardaki kazanımları, Rusya ve İran ile de kıyaslanamaz ve Türkiye, 2001 krizinden çok önemli dersler çıkarmıştır.
Piyasa giriş ve çıkışlarının tam serbest olduğu, bağımsız düzenleyici ve denetleyici kurumlarının piyasayı düzenlediği, Merkez Bankası'nın araç bağımsızlığının ve gücünün tartışmasız olduğu, dalgalı kur rejimi uygulayan bir ülkenin, konjonktürel kur ataklarıyla finansal krize girmesi zaten mümkün değildir ancak burada tartışmamız gereken, bu tür ataklar karşısında para ve maliye politikası ayaklarının nasıl çalışacağıdır.
Öncelikle şu konuda mutabık kalalım; dolar kurunun bu seviyesi, Türkiye’nin temel makroekonomik verileri ve trendleri açısından yeni ve kalıcı bir denge hali olarak kabul edilemez. Para politikası ve maliye politikası patikalarında, koordineli olarak, özellikle enflasyon beklentilerini düşürecek adımlar, kurun bu seviyesinin altını boşaltacak ve şu anki seviyesini askıya alacaktır. Örneğin, ABD’nin Suriye rejimine doğrudan askeri müdahalesi fiyatlanıyorsa ve/veya buna bağlı çıkışlar oluyorsa, Türkiye’nin kısa vadede yapacağı şey; enflasyon beklentilerini para ve maliye politikası araçlarıyla aşağıya çekmek olmalıdır. Burada maliye politikasının para politikasına her zamankinden daha yoğun destek vermesi gerekir. Böyle dönemlerde para politikasının tek başına etkinsiz olduğunu biliyoruz.
Burada yapılması gerekenin birinci ayağı budur, yani tekrar edersek, para ve maliye politikalarının tam ortaklığı ve para politikası araçları kadar maliye politikası adımlarının da enflasyon beklentilerini aşağıya çekmek için devreye girmesi. İkinci önemli adım da Türkiye’nin yatırım ortamını iyileştiren ve sanayiye, ihracata destek verecek reformları daha hızlı olarak devreye sokması. Örneğin, Ekonomi Bakanlığı’nın öncü sektörleri içeren proje bazlı teşvik modelinin daha da yaygınlaştırılması önemlidir. Yine bu süreçte piyasaların hızla daralmasına izin verilmemelidir.
Son günlerde bazı büyük firmaların arka arkaya yeniden yapılandırma istediğini görüyoruz. Bu durum da ekonominin genel durumundan ziyade, bu firmalardaki ahlaki ve etik bir yönetim sorunu olarak karşımızdadır bizce. Bu firmalar, banka sisteminin genel regülasyonlarına ve piyasa koşullarına uygun basiretli tüccar duruşu göstermelidirler. Vadesi gelmemiş alacakları bile yapılandırmak ve hisse satışlarından gelen meblağı borç kapamada kullanmamak kabul edilemez.
Sonuç olarak, bütün bu toz duman arasından, Türkiye en güçlü çıkan ülke olacaktır. Çünkü artık onların dediklerini değil, kendi bildiklerimizi yani kendi çıkarlarımızın gereğini yapacağız.