Bu hafta Almanya’nın Hamburg kentinde başlayan G-20 zirvesi, bir çok açıdan hayli tartışmalı geçecek.
Öncelikle bu zirvenin Almanya’da olması önemli bir tartışmanın odağı oluyor. Almanya’nın, başta Türkiye olmak üzere, G-20’nin belkemiğini oluşturan “gelişmekte olan ülkelere” daha doğrusu “doğu tarafı” ülkelerine bakışı öteden beri sorunlu. Bu sorunlu bakışın aslında doksanlı yılların başından itibaren, Berlin Duvarı’nın yıkılması ile başlayan süreçte belirginleştiğini söyleyebiliriz. Almanya, duvarın yıkılması ile, önce Doğu Almanya’yı içine aldı. Esasında Doğu Almanya’nın “yutulması” Almanya’nın Doğu Avrupa üzerinden başlattığı yeni bir parçalama - sömürgeleştirme sürecinin ilk adımı idi.
Brzezinski buna “Balkanlaştırma” der. Evet Yugoslavya iç savaşı ve parçalanması Doğu Avrupa’dan başlayan, Türkiye üzerinden Hazar ve Doğu Akdeniz’e uzanan, Almanya merkezli, bir yeni sömürgeleştirme projesi idi. Burada üç önemli durak vardı; birincisi Yugoslavya - ki bu iç savaşla çözülmüştü(!) ikincisi Türkiye ve Doğu Akdeniz, Kuzey Afrika coğrafyası - ki bu halen devam ettiriliyor.-
Gerginlik meselesi...
Türkiye - Almanya arasındaki “gerginliğin” tarihsel ekonomi politiği tam da budur. Almanya, ABD’nin, 2008 kriziyle boşalttığı alanları doldurmaya çok hevesli.
Onun bu “hevesi” ne yazık ki onu, çoğu kere, 1930’lardaki Reich hayaline geri götürüyor. Ayrıca Almanya’yı İngiltere’nin Brexit ile başlayan politik çıkmazı da “umutlandırıyor.”
Tam burada şunu da söylemek gerek; tabii ki Almanya, bütün Avrasya’yı kapsayacak bu “Balkanlaştırma” projesini tek başına yürütemez. ABD ve İngiltere’yi de yanına almak, onlara Rusya, Çin sopasını göstererek yanına çekmek istiyor.
Özellikle G-20 gibi önemli ve kurumsallaşmış platformlarda büyüme, korumacılık, yeni ticaret düzeni, mülteci sorunu gibi önemli politikalarda Batılı gelişmiş ülkelerin dayatmalarının sözcüsü ve Avrupa’nın da sopalı düzenleyicisi olmaya soyunuyor.
Daha önce Türkiye’nin düzenlediği Antalya G-20 zirvesi hemen arkasından Çin’in düzenlediği Hangzhou G-20 zirvelerinde bunu bizzat gözlemledim.
Türkiye zirvesinde Almanya, başta Doğu Avrupa olmak üzere, gelişmekte olan ülkelerin kapsayıcı büyüme doğrultusundaki tüm çözüm önerilerine karşı çıktı ve bu ülkelere, bir önceki yüzyıldan kalma, çağdışı sömürgeci, iflas etmiş politikaları dayattı. Bugün Yunanistan borç krizi dahil olmak üzere, güney ve doğu Avrupa’nın tüm siyasi ve ekonomik krizi Almanya’nın 89’dan beri dayattığı ve uyguladığı politikalar yüzündendir.
Tam bu günlerde euro’nun gereksiz değerli olması ve adeta bu para biriminin Alman Markı’nın yerine geçmesi artık yalnız Euro Bölgesi’nin sorunu değildir; tüm dünya için bir finansal kriz tehdidi olarak su yüzündedir.
Çünkü değerli euro, Doğu Avrupa ülkelerinin ihracatını aşağıya çekmekte bu ülkeleri Almanya’nın iç pazarı haline getirmektedir. Dış borç ve ithalat olmadan ayakta kalamayan ülkeler zinciri oluşturup bunları da siyasi olarak yönetmek Almanya’nın, tam şimdiki, politikasıdır.
Bunun dışında AB’nın korumacılık başta olmak üzere, işgücü ve sermaye akımı politikalarını da Almanya, tamamen kendi çıkarlarına göre, belirliyor. Bu yüzden de AB, mülteci sorununda Türkiye’ye verdiği hiç bir sözü tutmuyor.
Türkiye’nin yaklaşımları
Şimdi Hamburg’un temel görüşmelerinden birisi göç-mülteci sorunu. Ama bu sorunun hem oluşturulan sıcak çatışma bölgeleri ve iç savaşlar dolayımıyla hem de mültecilerin insani koşullarda entegrasyonunda temel sorumlusu Almanya gibi ülkelerdir. Bu açıdan Türkiye’nin bu soruna ve daha temel olarak da, yoksullaştırıcı ekonomi - politikalarına karşı duruşu çok açıktır.
Türkiye, bu zirvede, aynı kaderi paylaşan bütün gelişmekte olan ülkelerin temel ekonomik sorunlarına, ekonomi politikalarına yeni kapsayıcı büyüme politikaları çerçevesinde çözüm arayacak ve öneriler getirecektir.
Antalya G-20 zirvesinde güçlü bir şekilde gündeme gelen kapsayıcı büyüme ve KOBİ odaklı ekonomi, bir yıl sonra Çin’deki zirvede gündeme gelen yeni ticaret ve enerji yolları ve yeni ticaret düzeni, yeni parasal sistemler (yerel paralarla ticaret) yine bu zirvede Türkiye tarafından güçlü olarak gündeme taşınacaktır.
Bunun dışında Türkiye, göç ve mülteci sorununu öncelikle bir insanlık sorunu olarak gördüğünün altını her fırsatta çizecektir. Gelişmiş Batı ülkelerinin bu soruna sadece iktisadi hatta ırkçılığa varan siyasi sorun olarak bakmalarının nasıl vahim sonuçlar doğuracağını Türkiye, bu zirvede, her platformda dile getirecek. Bu G-20, ev sahibinin mülteci sorununa bakışı nedeniyle de, bu insanlık dramına çözüm üretemeyecek, ancak Türkiye bu sorunun hem nedenini hem de çözümünü somut olarak işleyecek.
İşsizlik, genç işsizlik gibi çok önemli sorunlar, hiç şüphesiz ki, artık geçen yüzyılda kalmış ve yalnız bir kaç gelişmiş ülkeye kaynak aktarmaya yarayan ekonomi - politikaları temellidir.
Yeni teknoloji devrimi, artık tüm insanlığın yürüttüğü bir süreçtir ve bu sürecin G-20 gibi zirvelerde, eskinin aşılması doğrultusunda, adil bir dünya düzeni için öne çıkartılması temel yaklaşım olmalıdır.