Sanıyorum bugün yine faiz tartışacağız; bu yazı yazılırken Amerikan Merkez Bankası’nın (Fed) faiz kararı açıklanmamıştı. Ama Fed’in dün akşam faiz artırımına gideceğini küresel para piyasaları zaten satın almıştı. Hatta Fed’in muhtemelen 25 baz puanlık tedrici -utangaç- faiz artımlarının 2017 yılına denk gelecek tüm yükü de satın alınmış durumda. Ayrıca gelişmekte olan ülkeler, artık eskisi gibi yüksek dolar sendromunu aşacak yeni ekonomi-politikalarını ve bu politikanın araçlarını geliştiriyorlar. Fed faiz artırdı diye bir gelişmekte olan ülke merkez bankası niye faiz artırır? Buradaki basit varsayım şudur; Fed’in faiz artırması doları ABD’ye yönlendirir ve dolar talebi, fiyatı artar. Bu durumda, rezerv paraya sahip olmayan ve özellikle dış açık veren merkez bankaları faiz artırarak, dolar bazlı sıcak paraya yüksek faiz saikiyle talip olurlar.
Böylece Fed’e göre kendi iç piyasalarında yeni bir denge oluştururlar. Ama bu bir kısır döngüdür. Yüksek faizle gelen sıcak para, yerel parayı geçici değerlendirir ya da dolar karşısında değer yitirmesini önler. Bu, aslında morfin etkisidir. Gereksiz yüksek faiz iç piyasayı daha da sıkılaştırır, ekonomide daralma potansiyelini yukarı çeker. Bunun dışında, varsayım gereği, yükselen faize bağlı sıcak para girişiyle ülke parası gereksiz değerli hale gelirse ihracat kur açısından dezavantajlı hale gelir. Dolayısıyla, ekonomik büyüme hem iç talep hem de dış talep açısından sorunlu duruma düşer ve büyümenin iki temel ayağı da sakatlanır.
İstikrarlı para...
Bu arada istikrarlı ve gerçek değerinde bir yerel para isteyenler için şu notu düşelim; bir ülkenin parası iki şekilde, temel rezerv paralar (dolar ve euro) karşısında değerlenir ama yalnız bir durumda güçlü ve istikrarlı olur. Şöyle; yüksek faize bağlı sıcak para girişleri yerel parayı geçici değerlendirir ya da değer kaybını durdurur ancak bir müddet sonra çok yüksek değer kayıpları yaşanır çünkü iç ve dış fiyat dengesi bozulur, iç talepten daha hızlı dış talep (ihracat) yavaşlar ve ekonomi, işsizlikle enflasyonu (stagflasyon) aynı anda yaşamaya başlar. Oysaki dengeli bir kur ve faiz politikasıyla (ki bu, dalgalı kur rejiminde her iki değişkeni de piyasaya bırakmak, enflasyonu ve dış sermaye girişlerini faizle kontrol etmemek demektir) üretimi ve ihracatı desteklemek ve bu yolla ülkeye döviz girişi sağlamak yerel paranın gücü ve istikrarı için yegâne yoldur. Demek ki ancak üretimi, ihracatı ve bunların sonucunda kapsayıcı bir büyümeyi desteklerseniz ülke parasının değerini gerçek anlamda korursunuz.
Denge nerede?
Türkiye, aslında bunun tam tersini, Batı’nın kendisine dayattığı ekonomi politikaları çerçevesinde, yaptı. Faizi, yalnız enflasyona endeksleyip ikisi arasında ilkokul aritmetiği seviyesinde ilişki kurarak, faizler şu olursa denge olur, enflasyon da, kur da ancak böyle kontrol altına alınır demek zaten orta dönemde ekonomiyi batırmak demektir.
Şimdi Merkez Bankası politika faizini neden orada tutuyor deniyor, bence bunu diyenler Türkiye’de ortalama sanayi kârlılıklarına baksınlar. Kârlılıklar faiz oranlarının altında olamaz.
Politika faizi, merkez bankaları tarafından piyasanın eline verilen bir pusuladır. Teknik olarak bu, merkez bankalarının, banka sistemini repo uygulamasıyla ortalama olarak hangi faiz oranıyla fonlayacaklarını gösterir. Bu anlamda merkez bankaları politika faiziyle o ekonomide olması gereken faiz oranına işaret eder. Bu oran, aynı zamanda, istihdamı yukarı çekecek ya da koruyacak ve enflasyonu buna bağlı olarak gözetecek, fiyat istikrarını sağlayacak optimal -beklenen- faiz oranıdır. Burada buna bağlı olarak, şunu da söylememiz gerekir. Bir ülkede olması gereken -beklenen- faiz haddini yalnız beklenen enflasyona bakarak bulamayız. Hatta bu oldukça yanlış -tek yanlı- bir bakış açısıdır.
İsveçli iktisatçı Wicksell, bir yatırımdan elde edilecek getiri oranını doğal oran olarak niteler ve doğal oranın, borçlanma maliyetinin (faiz oranı) üzerinde olması durumunda çarkların döneceğini, aksi takdirde durgunluğun kaçınılmaz olduğunu söyler.
Güncel çelişkiler...
Ancak öte yandan geleneksel iktisat teorisinin, bizim için geçerli olan, güncel çelişkileri burada anlatmakla bitmez. Mesela, makro ekonomideki en temel eşitliklerden biri olan Fischer denklemi, nominal faiz oranının, reel faiz oranı ile enflasyon beklentisinin toplamı olduğunu ortaya koyar. Esasında, hem Keynesçi hem de neoklasik yaklaşım bu tezi kabul eder ancak güncel para politikaları bu denklemin tam tersini yapmaya çalışır. Yani faiz ve enflasyon ilişkisi Fisher’de doğru orantılı işlerken, gelişmekte olan ülke ekonomileri para politikaları ters orantılı olarak inşa edildi. Yani faiz artarsa, enflasyon düşer ya da tam aksi... Peki, bu işe yaradı mı? Yani Merkez Bankası durmadan faiz artırarak enflasyon hedefini tutturdu mu, hayır, ama işsizlikte yakaladığımız katılık bu politikanın sonucudur.
Bundan dolayı, bugün şu faiz üzerinden ekonomiyi tartışmayalım lütfen... Türkiye ekonomisi doğru yola giriyor. Kredi Garanti Fonu, Varlık Fonu gibi kurum ve uygulamalar büyümeyi, istihdamı destekleyen yeni dönemin ilk adımlarıdır ve bu devam edecektir.