Cemil Ertem

Cemil Ertem

dr.cemilertem@gmail.com

Tüm Yazıları

Şu yaşadığımız günlerin Türkiye’nin siyasi dönüşümündeki tarihi önemi yadsınamaz. Ancak Türkiye ekonomisinin de, tam da şu günlerde, atacağı adımlar hepimizin bu içinde bulunduğumuz yüzyıldaki refahını, bu ülkenin geleceğini belirleyecek.

Geçen yüzyılda kalmış, bir şekilde bize dayatılan para ve maliye politikalarıyla yeni sanayi devrimini yakalamayı bırakın, büyük çoğunluğun insanca yaşamasını sağlanacağını bile iddia etmek artık bana çok saçma geliyor.

O halde günü karşılayamayan “eskilerden” temizlenmek gerekiyor. Zaten bir noktada Türkiye ekonomisinin dinamikleri, kendiliğinden de olsa, bunu yapmaya başladı. Sanayicinin ve ihracatçının, meslek örgütleri ve çeşitli sivil toplum kurumlarıyla, artık kendilerini yatırımdan caydıran eskimiş politikalardan vazgeçilmesi konusunda dile getirdikleri talepler ilgili kurumlarımızda karşılığını bulmaya başladı.

Haberin Devamı

Kredi Garanti Fonu (KGF) gibi uygulamaların sanayicide ve banka kesiminde karşılığını bulması, bankaların gerçek işlevinin sanayiciyi ve yatırımcıyı finanse etmelerini olduğunun hatırlanması, kamu iktisadi işletmelerinin, işletme kârlılığı ve kamu yararı bileşimini sağlaması ve bunun ne denli önemli olduğunu anlamamız, yalnız finansal piyasa “istikrarını” ve bütçede yalnız faiz dışı fazlayı amaçlamanın aslında uzun vadede yıkım olduğunu nihayet idrak etmemiz... Bütün bunlar bize Türkiye’nin siyasette olduğu gibi ekonomide de yeni bir döneme girmek üzere olduğunu bize anlatan çok güçlü işaretler.

Büyük mücadele...

Türkiye, tarihindeki en büyük iktisadi krizlerden biri olan 2001 krizinden sonra dalgalı kur rejimine geçti ve maliye tarafında da faiz dışı fazlanın maksimizasyonunu amaçlayan, KDV, ÖTV gibi vergilere ve yaygın dolaylı vergi getirisine yaslanan bir çatıyı benimsedi. Ama bu çatının altına da bir nevi örtülü IMF programı olan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı (GEGP) yerleştirildi.

GEGP, adı üzerinde, bir geçiş programı olarak gündeme geldi ama GEGP’nin kalıcı hale gelmesi ile GEGP’nin aşılması gerektiğini söyleyenler arasındaki mücadele hiç bitmedi.

Haberin Devamı

İşte artık tam bugün Türkiye GEG’nin bir geçiş programı olduğunu kabul etmeli ve yeni bir büyüme ve kalkınma programını ortaya çıkarmalıdır.

GEGP çerçevesinde IMF’ye verilen niyet mektuplarında, 2004’e değin faiz dışı bütçe dengesinde milli gelire oranla yüzde 6.5 fazla oluşması amaçlanıyordu. Ancak faiz harcamaları milli gelirin yüzde 20’sinden fazlasını götürüyordu.

Böyle olunca GEGP etkinliği, ancak eğitim, sağlık gibi kamusal harcamaların hızla düşürülerek ve ücretleri sabit tutarak emek verimliliğine yüklenmesiyle sağlanacaktı. Erdoğan’ın Başbakanlık döneminde de bunu pek yapmadığını ve yapmayarak çok iyi yaptığını belirtelim. AK Parti dönemleri sağlık ve eğitim harcamalarının en çok arttığı dönemler olmuştur. Demek ki Erdoğan, bir Derviş ve IMF mirası olan GEGP’yi hep aşmaya çalışmış.

Yanlışlar ve doğrular

GEGP, finansal sistemde ve banka sisteminde hızlı bir yeniden yapılandırmayı gündemine alıyor ve burayı da düzenliyordu. Bütün bunlar içinde Türkiye’nin kazanımı oldu mu derseniz dalgalı kur rejiminin ve banka sisteminin finansal yapısının güçlendirilmesinin en önemli iki kazanım olduğunu söyleyebilirim. Ancak hem merkez bankasının gerçek anlamda dalgalı kur rejimi uyguladığını söyleyemeyiz hem de banka sisteminin hızla güçlenen mali yapısını şu zamana değin etkin kullandığını söyleyemeyiz. Merkez Bankası, enflasyon hedeflemesi yaptığı için faiz aracını güçlü bir şekilde kullanarak öncelikle TL’yi gereğinden fazla değerli tuttu bu sürede... Yüksek faizle tahkim edilmiş bir sıkı para politikasının enflasyonu önlemenin tek yolu olduğu ezberletilmişti çünkü.

Haberin Devamı

Ama bunun dalgalı kur rejimine ters olduğu, bankanın esasında enflasyon değil, kur hedeflediğini kimse söylemiyordu. Çünkü gereksiz değerli TL ithalat ve borç ekonomisi oluşturuyor, ihracatçıyı, sanayiciyi öldürüyordu. Bu arada bankalarda yüksek faizli ve komisyonlu -ama riski en az- tüketici kredileriyle iç talebi ve hane halkı borçlanmasını yukarı çekiyordu. İşletmeler yüksek faizden yatırım yapamıyor, verimlilik düşüyor ve işletme maliyetleri arttığı için enflasyon arz yönlü ve bankalar tarafından şişirilmiş talep etkisiyle de yükseliyordu. Ama bu ekonomi-politikası işsizliği de yükseltiyordu.

Bankacılık kesimi dışarıya kaynak aktarır hale gelmişti. Çünkü banka sisteminin -kamu bankaları dâhil- ihraç ettiği borçlanma kâğıtların uzun vadeli faiz getirisinin ülke büyümesinin üzerinde olmaması gerekir. Eğer bu böyleyse, siz hem dışarıdaki hem de içerideki rantiyeye kaynak aktarıyorsunuz ve ülkeyi yoksullaştırıyorsunuz demektir. Bunun için Türkiye’ye yıllardır ortalama faiz hadlerinin çok altında büyümesi öğütlenmiş ve ülke ne zaman çift haneli büyümeyi yakalama aşamasına gelmişse aşağıya çekilmiştir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bunun için faizler yüksek, büyüme düşük diyor. Yüksek faizin bunun için bir soygun mekanizması olduğunu yıllardır anlatıyor.

İşte tam bugün burayı aşacak yeni bir ekonomi programını gündeme taşımamız lazım...