Bugün Türkiye’nin 2017 büyüme verisi karşınızda. Tabii bu yazı bir gün önceden yazıldığı için kesinleşmiş rakamı bilmiyoruz ama 2017 dördüncü çeyrek büyüme verisinin de oldukça iyi geleceği ve yılın tümünde yüzde 7’yi aşan bir büyümeye ulaşacağımız kesin gibi...
Türkiye’de, 2017 yılının hemen başında durgunluk tehlikesinin bile konuşulmaya başlandığını biliyoruz.
Bazı sektörlerde geriye gidişin işaretlerini de görmeye başlamıştık. İhracatın ve turizm gibi net döviz oluşturan sektörlerin çarkları yavaşlama emareleri gösteriyordu. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından 2016 yılının ikinci yarısından itibaren başlayan yavaşlama eğiliminin 2017 yılında da süreceğini bir çok yabancı kuruluş dile getiriyordu. Mesela hayli tanınmış küresel bir araştırma kurumu Türkiye ekonomisi raporunda şunu söylüyordu: “ 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Türkiye ekonomisindeki yavaşlama eğilimi derinleşerek sürecek. 2016 yılının yüzde 2,6 oranında bir büyüme ile kapatılması, 2017 de ise yeni aynı seviyelerde (yüzde 2,6) bir büyüme oranının gerçekleşeceğini öngörüyoruz.” Bu gibi değerlendirmeler hem içeride hem de dışarıda genel kabul görüyordu ve 2016 yılı bittiğinde Türkiye ekonomisi için yapılan en iyi tahmin; “Durgunlukla enflasyonun bir arada sürüklenmediği bir stagflasyon ortamına girmezse iyidir” şeklindeydi. Tabii bu değerlendirmelerin, beklentileri bozduğu oranda yatırımları aşağıya çekeceği söylemeye gerek yok. Öyle ki, bırakın yüzde 7’leri yüzde 4-5 oranında bir büyüme bile, ekonominin tam ortasında olanlar tarafından da, uzak bulunuyordu.
Değişimin adımları...
Peki bu tablo nasıl oldu da 2017’nin ilk çeyreği sonundan itibaren hızla değişmeye başladı. Kredi Garanti Fonu (KGF) ve bir çok mali teşvik, 2017’nin ilk yarısında devreye girmeye başladı. İhracatın, sanayinin pozitif katkı verdiği dönem, yaklaşık olarak, 2017 yılının ilk çeyreği sonunda böylece başlamış oldu. Bunun etkileri de hemen- hesap edilen gecikme bile olmaksızın- hissedilmeye başlandı. Bunu, Türkiye ekonomisinin, birçoklarının hiç bilmediği ya da bilmek istemediği potansiyeli ve dinamikleri ile açıklayabiliriz belki... Ama bu ayrı bir çalışma konusudur.
Burada hem KGF hem de mali teşviklerin enflasyon oluşturucu etkisi üzerine, bütün bu süreçte, çok eleştiri geldi. Hemen belirtelim ki, KGF kullandırımlarının başlangıcı olan 2017 mart ayına kadar, hem üretici hem de tüketici tarafına baktığımızda enflasyonun, paradoksal olarak, durgunlukla beslenen bir süreçte ivmelendiğini görürüz.
Tam da 2107 mart ayında ÜFE’nin yüzde 16 seviyeleriyle zirve yaptığını görüyoruz. Burada sanayi işletmelerinin üzerindeki stok ve finansman maliyeti yükü ve işletmelerin tevzi yatırımlarını yapamaması nedeniyle hızlı verimlilik kaybına bağlı bozulma açık olarak gözüküyordu. Bu, ihracatta kur dışında bir rekabet kaybına yol açıyor ve pazar kayıpları da artıyordu. Bu koşullarda üretici geleneksel yöntemlerle (ipotek ve benzeri) finansmana ulaşamıyor ve ekonominin geneli hızla durgunluk-üretici enflasyonu sarmalına giriyordu.
Tam burada, KGF uygulaması, bu süreci önce durdurdu sonra tersine çevirdi.
2016 yılında büyümede görülen ithalat ağırlığı da hızla yerini ihracata bırakmaya başladı. Bunun ilk etkilerini biz 2017 yılının ikinci çeyrek büyüme gerçekleşmesinde görmeye başladık. Burada sektörel büyüme katkıları istenilen düzeye ulaşmaya başladı. Bu dönemde Gayri Safi Sabit Sermaye Oluşumu da yukarıya çıkmaya başladı ve kamu özel sektör yatırımlarının katkısı yüzde 9,5 seviyesine ulaştı. Bu oran, banka kaynaklarının doğru yerlere plase edildiğini de gösteriyordu. Bu arada banka sisteminde de hızlı bir bilanço iyileşmesine tanık olduk. Bankalar, KGF sayesinde aktif kalitesini hızla yukarıya çektiler ve bankaların yurtdışından, daha uygun vade ve orandan, kaynak bulmaları da kolaylaştı. Bu dönemde malum çevreler, KGF uygulamasının banka sisteminden hızlı kaynak çıkışına neden olduğunu, oysa mevduat girişlerinin zayıf olduğu iddiası ile “Kaynak sorunumuz var, artık biraz duralım” demeye başladı.
Esasında tam tersi geçerli idi. Bazı yabancı bankalar sırf KGF uygulaması için kimi Avrupa kaynaklarını Türkiye’ye aktarmıştı.
Oyun bozulurken...
Bütün bu söylemler, esasında 2017’de hayata geçirilen yenilikçi büyüme araçlarının, su başlarını tutmuş olanların, oyununu bozmaya başlamasındandı. Nasıl bozmasın ki, 15 Temmuz darbesini beceremeyenlerin tek umudu, ekonominin 15 Temmuz’dan sonra toparlanamayacağı beklentisi idi.
Kurdukları “düzenin” hep aynı şekilde devam etmeyeceğini görenler, 2017’de yapılanlardan sonra, büyük bir telaşa kapıldılar.
Hep aynı, bitmiş safsataya dönüşmüş tezlerini tekrar etmeye başladılar; “ Bak işte yüzde 5’in üzerinde büyüdük, cari açık, enflasyon arttı, zaten bu kadar düşük tasarrufla bu büyüme olmaz, olursa duvara çarparız, artık duralım, faizleri yükseltelim, ekonomiyi soğutalım...” Bir önceki yazıda da yazdık, şu tasarruf meselesi tartışması esasında faiz ve enflasyon meseleleri ile birlikte, bir paradigma tartışmasıdır. Dalgalı kur rejiminin uygulandığı açık bir ekonomide kur seviyesi tartışılmaz ve buna bağlı olarak da, tasarruflara içsel bir değişken olarak bakılmaz. Bunun dışında yine açık bir ekonomide ve küresel ekonominin teknoloji verimliliği üzerine kendisini bina ettiği şu zaman diliminde tasarruf, hane halklarının değil, doğrudan sermayenin işidir ve devlet tarafından da, sermayeden beklenmesi gereken bir olgudur. Bu açıdan tabii ki, son günlerde yapılan tasarruflarla, teknoloji verimliliğini ve Ar-Ge yatırımlarını ilişkilendiren açıklamalar ve adımlar çok yerindedir.
Sonuçta 2017 büyümesi, eski ezberler bırakıldığında, nasıl bir potansiyelimiz olduğunu gösteren tarihi bir başarıdır. Bir paradigma değişiminin başlangıcıdır. Ve bu anlamda hayırlı olsun!