Türkiye, bütün engellemelere rağmen, yeni bir siyasal-iktisadi sisteme doğru gidiyor. Bu yeni dönemde genel refah düzeyinin hızla yukarı çıkacağını göreceğiz. Bu anlamda 16 Nisan, Türkiye’nin iktisat tarihinde de -ileride- bir dönüşüm tarihi olarak okunacaktır.
Esasında şimdilerde Cumhurbaşkanlığı ve hükümet müesseselerinin en üst düzeyde anlaşması sonucunda ekonomide çok önemli karalarlar alınıyor ya da alınacak kararların, reformların ipuçları ortaya çıkıyor. Türkiye’de kapsayıcı büyüme kavramıyla anlatacağımız, gelir dağılımını düzelten, orta ve küçük boy işletmeleri destekleyen, bu işletmelerin yararlanacağı ve rekabet edeceği altyapı yatırımlarını ülkenin her yerine yaygınlaştırarak yapan yeni bir büyüme ve kalkınma stratejisi de belirmeye başladı.
Yeni sistem...
Varlık Fonu’nun kurulması, Kredi Garanti Fonu gibi uygulamaların hızla devreye girmesi ve bankacılık sisteminin teminat-kredi verme perspektifinin değişmeye başlaması, tarımda teknoloji yoğun, optimal verimli ölçeği destekleyen teşvik politikalarına dönülmesi, teşvik sisteminin bölgesel teşviklerin yanı sıra, teknoloji boyutuyla da genişletilmesi, enerji yatırımlarında -özellikle yenilebilir enerjide- Ar-Ge ve üretim şartının getirilmesi... Bütün bu adımları konsolide ettiğimizde karşımıza yeni bir büyüme ve kalkınma hikâyesi ortaya çıkar. Ancak bu adımların bütünlüklü bir büyüme stratejisi olabilmesi için, bölgesel işbirlikleri ve ticaret sistemi, küresel para sistemiyle entegrasyon gibi başlıkların bu stratejinin içine oturtulması gerekiyor.
Bu ayın 15’inde Fed’in faiz artırmasının Türkiye gibi gelişmekte olan ülke ekonomilerini olumsuz etkileyip etkilemeyeceği tartışılıyor. Bu gibi tartışmalar artık geride kalmalı. Fed’in faiz artırımının zaten fiyatlanmış olduğu ayrı bir konu ama böyle olmasa bile, dolara dayalı para sisteminin, gelişmekte olan ülkelerce ikame edildiği ve yerel paralarla olan ticaretin öne çıktığını da görüyoruz.
Kaldı ki gereksiz değerli bir dolarla ABD’nin de devam etmesi çok güç. Son iki yılda ABD, küresel rekabet esnekliği yüksek olan ve fiyata bağlı olmayan, teknolojisi yüksek ürünlerde -mesela ilaç sanayinde- bile ihraç sorunu yaşamaya başladı. Şu sıralar Türkiye’nin ve gelişmekte olan Asya ülkelerinin, ABD ve genel olarak Batı dünyasıyla siyasi sorunlar yaşamasının altında da aşağıdaki gerçekler yatıyor.
Batı gerçeği...
ABD ve gelişmiş Batı ülkeleri, yoğun teknoloji alanlarında, teknoloji rantı pozisyonlarını kaybediyorlar.
Artık küresel tekel konumlarını koruyabilmeleri için fiyat rekabeti yapmaları gerekir.
Çünkü bunların elinde olan teknolojiye Asya ulaşmış hatta, birçok alanda, geçmiş durumda. Ama ABD hegemonyası açısından daha endişe verici durum da bu teknoloji yaygınlaşmasının savunma sanayi ve siber güvenlik alanlarında da olgunlaşması. Öte yandan, küresel ticaret sisteminde de gelişmiş ülkeler eski güçlerini yitiriyorlar. AB artık üye ülkelerin ekonomisini yukarı çeken, küresel ticaretteki paylarını artıran bir birlik değil. Eurozone ülkeleri yönetemedikleri bir para birimi nedeniyle ciddi ihracat zorlukları yaşıyorlar ve rekabet şanslarını Türkiye gibi ülkelere bırakıyorlar.
İkinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra, ABD merkezli kurulan para sistemi de çatırdamaya başladı. Yani Bretton-Woods diye adlandırılan ve doları, 2000’den sonra euro ile birlikte- “karşılıksız” rezerv para kabul eden sistem su kaynattı. Bu sistemle, dünya ticaretinin yürümesi imkânsız. Nitekim, özellikle gelişmekte olan ülkeler arasında, yerel paralarla ticareti öne alan, serbest ticaret anlaşmaları yaygınlaşıyor.
Türkiye-Rusya...
Bu çerçevede, Türkiye-Rusya gibi bölgesinde güç olan ülkelerin bir yeni birliğe varacak iktisadi işbirlikleri çok daha fazla önem kazanıyor. Yarın Cumhurbaşkanı Erdoğan Rusya’ya gidiyor. Burada masaya gelecek en önemli başlıklardan biri, her iki ülkenin kendi paralarıyla yapacakları ticaret ve bunun ötesinde de sanayinin stratejik alanlarındaki üretim ve ticaret işbirlikleri...
Bu işbirlikleri dolar bazlı anlaşmalara bağlı olmayacaktır. Geçen sene Putin, Macaristan Başbakanı Viktor Orban ile yaptığı basın toplantısında, “Türkiye ile işbirliğinden vazgeçmeyeceğiz çünkü Avrupa bize, bundan sonra, ne teklif ederse etsin, Türkiye’ye verdiğimiz sözü unutmayız; önemli olan uzun vadeli işbirliği” derken, hiç şüphesiz ki şimdi geldiğimiz şu aşamayı kastediyordu.
Ben Putin’in, bütün bu süreci çok doğru okuduğunu ve Avrupa -genel olarak Batı- krizini çözdüğünü düşünüyorum.
Çünkü AB böyle devam ederse, Türkiye’nin, hemen doğusundan başlayan ve Türkiye’nin de belirleyici olacağı yeni bir birliğin doğacağını -Putin- görüyor. Burada Adriyatik ve Mağrip ülkeleri de olabilir.
Çünkü Victor Hugo’nun da düşü olan barış içinde yaşayan ve kapsayıcı bir AB’yi Almanya merkezli Avrupa finans kapitali bugün reddediyor. O zaman bunun alternatifi Türkiye merkezli yeni bir Güney Avrupa, Ortadoğu ve Kafkasya Birliği neden olmasın...