Bazı konularda fikir beyan etmek kimsenin harcı olmamalı diye düşünüyorum. Mesela henüz hayatının başında, önünde uzun bir yaşam olması gereken, gelecek hayalleri kuran, kalbi pırpır atan bir insan, üniversite sınavına iki hafta kala konan kanser teşhisine, kesilen bacağına, ağır tedavilere, iki buçuk yıl içinde dört kez nükseden hastalığa rağmen yüzünün tamamına yayılan bir gülümsemeyle etrafa umut ve neşe saçmaya devam ettiyse, bunun karşısında saygıyla susulur.
Utanılır bence biraz, ne saçma sapan ‘dertleri’ bitmeyen depresyon vesilelerine dönüştürdüğümüzü hatırlayarak. Orada 20 yaşındaki Neslican Tay “Hayatta kalmak için bacağını feda etmiş bir kızsam, hayatımın hakkını vermeliydim. Kendimi böyle de sevmeliyim ve hayata karışmalıydım” diyor, bizim bahanemiz nedir, mutsuz olup evlere kapanmak için, diye düşünebiliriz mesela. Aşk acısı? Parasızlık? İşteki gerginlikler? Can sıkıntısı? “Daha hiçbir şey yapmadım, âşık olmadım, yurtdışına çıkmadım, dünyayı gezmedim, yapmak istediğim bu kadar şey varken hayattan vazgeçemezdim. Ben seçildiysem kanser için, onu yenebilecek güçte olduğum içindir diye düşündüm” diyen demir bacaklı bir kızdan daha mı zor, engeliniz?
Gördük ki daha zormuş sahiden. O kız tam bacağını kaybettiği için dünyanın sonunun geldiğini düşündüğü anda balkon duvarına konan tek ayaklı bir kuşun maviliklere süzülüşünde bulduğu umuda tutunup kanatlanabilmişti ama bu ışık, hayatlarını kendilerine ve başkalarına sınırlar çizmeye adayanların önyargı duvarlarını aşıp içeri geçemedi. Yaşarken ayrı sıktılar canını, şimdi öldü, arkasından konuşuyorlar hala.
Demirden bir bacakla kırmızı rujunu sürüp şortunu giyip alışveriş merkezine gidebilmiş, kanseriyle dalga geçmiş, insanlara dilinin döndüğü son ana kadar “Sevebileceğiniz bir hayatı yaşayın, size hiçbir şey engel olamaz” demiş bir kadının “bu çıplaklıkla cennete gidip gitmeyeceği” konu olabiliyor mesela. Sevgisizliğinizle hayatı cehenneme çevirdiğiniz yetmiyor, cennete giriş kurallarını da belirleyin, ne ala.
Sosyal medyayı her konuyu ‘trollemek’ için kullananları ciddiye alıp bunları yazmazdım da, Üsküdar Üniversitesi Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın attığı tweet bardağı taşırdı. “Ölümle yüzleşebilseydi ölüm bilincine sahip olsaydı, seküler dünyanın dünyasallaşma rüzgârına kapılmasaydı, dinlerin hayata anlam katma, teselli gücünden faydalanabilseydi hastalığı düşman gibi görmezdi diye düşündüm,” diyor Neslican için.
Kendisi de eşini kanserden kaybetmiş, bu şekilde teselli bulmuş belli ki. Ama orada bir insan bu hayattaki zamanını mutlu ve anlamlı kılmak için, onun gibi kanserle ‘savaşanlara’ güç ve umut vermek için kendisine yollar yaratıyor. “Hayatınızı sevin” diyor, “kendinizi sevin, saçlarınızı, kilonuzu, benim için sol bacağınızı da sevin. Ne kadar zamanım kaldı bilmiyorum. Hiçbirimiz bilmiyoruz. Ama şu an buradayım, hayattayım, demek ki ben kazandım”. Bir insan daha nasıl yüzleşir ki ölümle?
Siz hala diyorsunuz ki “dünyasallaşma rüzgârına kapıldı”. Bir psikiyatrist olarak. Bir profesör olarak. Sessizce saygı duymak mümkün oysa. Ya da onun tercih ettiği gibi “Mücadelen çok güzeldi” demek. Çok güzeldi sahiden.