Cumartesi gecemiz Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı yararına düzenlenen ‘Şarkılarla Filmler’ konseriyle renklendi. Kanal D, aralık ayında Zorlu Center’da düzenlenen konseri yayınladı.
Türk Sineması’nın da 100’üncü yılıydı ya, ‘Hababam Sınıfı’ndan ‘Eşkıya’ya, ‘Arkadaş’tan ‘İstanbul Kanatlarımın Altında’ya tam bir müzikli Türk Sineması tarihi izledik. Her koşulda çok keyifliydi.
Fakat gecenin en sonunda bıraktığı etki, “Hiçbir oyuncumuz mu şarkı söyleyemiyor?” oldu. Tamam, bu bir hayır konseridir, onların da asıl işleri oyunculuktur, şahane sesler beklemiyoruz hiçbirinden... Ama asgari bir kulak bari? Oyuncu kulağı olan insandır, bir ses eğitimi de vardır diye biliyorum ben.
Performanslar kötüydü
Tek tek isim vererek kimseyi rencide etmek değil niyetim, birkaç istisna dışında genel olarak kötüydü. Kaldı ki, aralarında daha önce şarkı söylerken duyduğum, dolayısıyla pekala söyleyebildiğini bildiğim isimler de var. Herhalde diyorum heyecandan ve belki de yeterince prova yapmamaktan oldu...
Bu arada, Şebnem Bozoklu ve Erkan Kolçak Köstendil ne kadar tatlı bir ikili oldu, ‘Arabesk’te Müjde Ar ile Şener Şen’in söylediği ‘Pembe Sevda’yı seçmişler. Böyle matrak şarkılar seçip işi şova dönüştürünce ya da Yetkin Dikinciler, Mete Horozoğlu, Barış Falay, Buğra Gülsoy, Emre Karayel ve Mert Fırat’tan Hababam korosu olunca keyifle izleniyor işte. Ama Melike Demirağ’la ‘Arkadaş’ı söylemek başka bir iddia oluyor.
Yine de sinemamızın çeşitli dönemlerinden güzide oyuncuları bir araya getiren önemli bir konserdi. En iyisi o geceden bütün iyi niyetleri ve finalde hep birlikte büyük coşkuyla söylenen ‘Hayat Bayram Olsa’yı saklamak. Bir de tabii Erkan Oğur’un müthiş ‘Fırat Türküsü’nü...
İSTANBULLULAR KIŞA HAZIRLIKSIZ YAKALANDI
Yılın ilk karıyla birlikte doğayla savaşımız da başladı yine. İstanbul’a kendinden önce efsanesi ulaştı bugün yağacak karın. ‘Eksi bilmem kaç olacakmış’lar ile ‘Şu kadar metreye ulaşacakmış’lar başa baş gidiyor: ‘Ne yapacağız?’
Zannedersiniz taş yağacak gökten. Ya da aslında ağustos ayındayız da birden kar bastırdı. Ama yok, ağustosta olsak bu sefer “Son 100 yılın en sıcak gününü yaşıyor olurduk.” Derdimiz o olurdu.
Doğanın bütün dengesini alt üst ettik, gözümüzle görmediğimiz küresel ısınmaya inanmıyoruz diyelim ama yıllardır kış gelmiyor doğru düzgün, iki yıl önce aralık ayında şortla geziyorduk, bunlardan korkmuyoruz da, mevsim normalleri bozuyor bizi. Ocak geldi, bir kar paniğidir alıyor hepimizi.
Evsizlere, sokak hayvanlarına üzülsek onu da anlayacağım. Hayır, bizatihi kendimiz o yağacak karla nasıl baş edeceğimizin derdindeyiz. İşe nasıl gideceğiz, eve nasıl döneceğiz, taksiler almayacak, zincirsiz araçlardan zincirleme kazalar olacak... Hayat alt üst olacak...
Nitekim, eminim alt üst olmaya bu kadar hazır olduğumuz, buna karşılık yine de -ne belediye ne de kişi olarak- bir tedbir almadığımız için, yarın yine hayat felç olacak... Yine ‘İstanbullu hazırlıksız yakalanacak.’
Zaten neye hazır ki... Ne fay hattında yaşarken depreme hazır, ne dere yataklarına kurduğu evleri selin almasına... İstanbullu sürekli doğayla silahsız savaş içinde...