Hafızayla sınanan sevgi

14 Mayıs 2025

Aslında her şey son derece sıradan bir şekilde başlıyor. Hadi sıradan demeyelim de ‘bildik’ şekilde. Bir kadın ve bir adam barda tanışıyorlar. Tom piyano çalıyor, Viv de eğlenmeye gelmiş. Sonrası işte uzaktan bakışma, gürültülü müzikte tanışma, ufaktan çekişme, birlikte dans etme… Ayrılırken de bir son dakika hamlesi olarak telefon numarası alma. “Ben çaldır” değil, numara ezberleme dönemi: “84-90-62-74”. Kuvvetli bir hafıza sayesinde başlayıp bir gün gene zayıflayan hafızayla sınanacak ömürlük bir ilişkinin başlangıcı.

Arasında büyük çıkışlar ve inişler, mutlu ve mutsuz günler, sevişmeler ve kavgalar, kıyısından dönülen ayrılıklar ve barışmalar var. Her uzun ilişki gibi bir anlamda. Tom’un kızına söylediği gibi “Birin sevmek, onu her zaman, her koşulda seveceğin anlamına gelmiyor. Hatta bazen bunu yapmak o kadar zorlaşıyor ki… Ama birini gerçekten seviyorsan, üstesinden geliyorsun. Bir yolunu bulup atlatıyorsun ve bu seni daha iyi biri yapıyor”. Bir gün sevgilerinden daha

Yazının Devamı

İnsan kalbini attıran nedeni biliyorsa

12 Mayıs 2025

“Bir AVM‘nin çatı katına kurulmuş üçüncü sınıf bir bowling salonundaki bir lobut!” gibi. İnsanın kendisini nasıl hissettiği sorulduğunda ilk vereceği cevap bu olmayabilir. Ama düşününce akla ve hayatımıza yakın geliyor. Her gün binlerce sebepten yere yıkılıp tekrar ayağa kalkan bir canlı, insan. Bir lobut gibi. Ama gerçekte lobut da olmadığı için ayağa kalkmak için sebeplere, tutunacak dallara ihtiyacı var. Ya da kurulacak hayallere. Sahnedeki oyuncuların yaptığı gibi.

Onlar lobut değil insan olduklarını hayal ediyorlar. Uzak bir diyarda, belirsiz bir zamanda. Özgürlüğün, eşitliğin ve kardeşliğin hüküm sürdüğü bir ülkede. Mesela bin dokuz yüz bilmem kaç Fransa’sında. Paris’in Marigny Caddesi’nde tam Elysee Sarayı’nın karşısında yaşayan Mösyö Pippin Heristal’in evinde başlıyor hikâye. Bu evde karısı ve kızıyla mütevazı bir hayat süren Mösyö Pippin’in en büyük mutluluğu terasta teleskobu başına geçip yıldızları gözlemlemek. Bir tutkusu olan,

Yazının Devamı

Öfkesini kalbine sakladı

7 Mayıs 2025

Bir insanın gidişi bu kadar çok kalpte boşluk yaratabilir mi? Yoğun bakımda geçirdiği 18 gün boyunca onun kocaman kalbinin mucizeler yaratma gücüne inanarak iyi bir haber beklediğimiz Sırrı Süreyya Önder’in artık aramıza dönmeyeceğini öğrendiğimizden beri bunu düşünüyorum. Çok farklı kesimlerden, çok farklı görüşlerden, birbirine hiç benzemeyen insanları darmadağın etti gitti.

Onun gibi kelimelerle harikalar yaratan, her diyeceğini zarafetle, nükteyle ama asla lafı eğip bükmeden, dosdoğru söyleyen birinin ardından doğru cümleleri bulup kurmak da zor. Ben Sırrı Süreyya Önder’i 2007 senesinde “Beynelmilel” adlı ilk filmi bütün festivallerden peş peşe ödüller alırken tanımıştım. İnsanı dinlerken bile öfkelendiren bir hayatı olmuştu, o nasıl oradan bu kalender neşesini koruyarak çıkmıştı, şaşırdığımı hatırlıyorum…

Adıyaman’ın yoksul ve sosyalist bir ailesinde doğmuştu, babası Ziya Önder Türkiye İşçi Partisi’nin Adıyaman İl Başkanı’ydı ve 35’inde arkasında bir

Yazının Devamı

Genç kalarak kutlayacağı nice yaşlara

5 Mayıs 2025

Ülkemizde en çok eksikliğini çektiğimiz ve bu yüzden olduğunda daha da kıymeti bilinmesi gereken şeylerden biri, süreklilik. Bir düşünün, çocukluğunuzdan ne kaldı? Doğduğunuz ev yerinde mi? Büyüdüğünüz sokak kaldırımlarında oynadığınız sokağa benziyor mu? Tırmandığınız ağaç, limonata içtiğiniz pastane, ilk filminizi gördüğünüz sinema, karışık kaset doldurttuğunuz plakçı, ilk flörtünüzle gittiğiniz kafe, konserler izlediğiniz müzikhol, hangisini bulabiliyorsunuz yerinde?

Aynı şekilde okuduğunuz dergi, evinize giren gazete… Hatırlıyor musunuz onları? Gazete bayii pek kalmadı ya, market raflarında görüyor musunuz adını? Benim çocukluğumdan gazete deyince aklıma gelen ilk görsel mesela, bir meşale. Okumayı bilmesem de adını biliyorum o zaman: Milliyet. Elimden düşmediğinin bir de resmi vardır ki, yıllar sonra hayatımın önemli bir dönüm noktasında bana eşlik edeceğini elbette bilmiyorum, ona geleceğim birazdan.

Okuma yazma öğreniyorum, artık kendime ait bir dergim var: Milliyet Çocuk. O

Yazının Devamı

Memnun olmama çağında herkes mağdur

30 Nisan 2025

“Artık arzum, kadın olduğu için zorluklar yaşayan bir kadından ziyade bir insan izlemek. Çünkü bu miadını ve görevini tamamladı gibi geliyor; kimlik mağduriyeti hikâyeleri. Hele ki yeni nesil için. Kötü bir şey olduğundan değil, kadın olmanın hayattaki zorluğunun görünür olması adına doğru bir şey. Ama artık biraz ezilen hikâyesi değil de yaşayan hikâyeler görmek istiyorum. Tamam, mağduruz ama bir de yaptıklarımız var. Yapıyoruz bir şekilde, hayatı yaşıyoruz. O hayatın zorluklarıyla sadece kadın kimliğimizle baş etmiyoruz”. 

Milliyet Sanat dergisinde Ayın Söyleşisi’nin Mayıs ayı konuğu Funda Eryiğit. Yazının başındaki alıntı da oradan ve benim de bir süredir önemsediğim bir konu. Kadın hikâyesi, hatta ‘güçlü kadın hikâyesi’ adı altında sadece ezilen kadın izlemek de kadınları o köşeye hapsediyor gibi gelmeye başladı. Bir de sıktı tabii. Hakikaten hayatta sadece kadın olmaktan kaynaklanmayan sorunlar var ve kadınlar da birer insan olarak onlarla karşılaşıyor, onları da insan gibi yazabiliriz. Ve bu sene İstanbul Film

Yazının Devamı

Hassasiyetlerimiz, önceliklerimiz

28 Nisan 2025

Altı yıl kadar önceydi sanırım, yurtdışı seyahatlerimize darbe vuran pandemiden önce; Roma’ya gitmiştim birkaç gün tatil için. Bir barda otururken klasik “nerelisin?” sorusuna “Türkiye” cevabını verince, genelde almaya alışık olduğum “İstanbul, Bosforus, şiş kebap, baklava” tarzı tepkiler yerine “Kanyaman” dedi servis yapan kadın. Asla anlamadım tabii. Neyse “Erkenci Kuş” falan derken anladım ki Can Yaman bu genç kadının Türkiye deyince anladığı. E güzel, bu da hoş yani, bir Türk oyuncu, bir Türk romantik dizisi İtalya’da seviliyor.

O zaman kendisinin İtalya’da o kadar meşhur olduğunu bilmediğimden şaşırmıştım, belki sonra arttı şöhreti, her ne ise, şu anda kendisine iki ülke arası bir kariyer kurmuş durumda, bence elinde fırsat olan herkesin yapacağı gibi. 2020’den beri de çeşitli İtalyan dizilerinde başrollerde oynuyor. Birlikte üç reklam filmi çektiği yönetmen Ferzan Özpetek de Can Yaman’ın İtalya’da çok sevildiğini, gittiği yerlerde olay olduğunu anlatmıştı. Neyse yani

Yazının Devamı

Murathan Mungan’ın kalemine sağlık

23 Nisan 2025

İnsanın hayata bakışını hangi şarkıları dinleyerek, hangi şiirleri okuyarak büyüdüğü o kadar etkiliyor ki. Ben mesela gözümü “Ya dışındasındır çemberin / Ya da içinde yer alacaksın” ile açtığım ve sonraları hep yerimi tartma ihtiyacı duyduğum için, bazen insanın “İstersen hiç başlamasın / Bu hikâye eksik kalsın” diyebileceğini, ayrılıkları “Aslında giden değil kalandır terk eden / Giden de bu yüzden gitmiştir zaten” diye karşılamanın da mümkün olduğunu öğrettiği için, “Geçse de yolumuz bozkırlardan / Denizlere çıkar sokaklar” diye geçmişe ve yarınlara inandıran her bir sözcüğü için Murathan Mungan’a minnettarım. (Tabii başta Derya Köroğlu / Yeni Türkü olmak üzere bu sözleri bize ulaştıran bütün seslere de).

Murathan Mungan kadar çok yönlü ve üretken (bu iki içi aşırı boşaltılmış sıfatı kayıtsız şartsız kullanabileceğimiz belki tek insan) birinden sadece şarkı sözleriyle bahsetmek çok eksik kalır, biliyorum. Ama

Yazının Devamı

Belki olmadı ama olabilirdi

21 Nisan 2025

Hayatta duyduğum anda sohbeti kesip konuşmayı terk etme isteğine kapıldığım iki kalıp var: Biri “Sen onu bırak da”, diğeri “O da bir şey mi”. İkisi zaten aşağı yukarı aynı anlama gelir; senin anlatmakta olduğun fasa fisodur, onda hep bir fazlası, bir ilginci, bir seviye ötesi vardır, dur bir anlatsın da gör hele.

Pelin Esmer’in artık sona yaklaşmakta olan 44. İstanbul Film Festivali’nde Altın Lale için yarışan son filminin adı “O da Bir Şey mi”. Film, bambaşka hayatlara sahip, yollarının kesişmesi neredeyse imkânsız sayılabilecek iki insanın tuhaf bir şekilde kesişen hikâyelerini anlatıyor. Levent (Timuçin Esen), İstanbullu ünlü bir yönetmen, ödüllü pek çok filmi var ve şu anda kendi çocukluk travmalarına / korkularına dair bir kısa film çekmekte.

Aliye (Merve Asya Özgür) ise Söke’de bir otelde kat görevlisi. Bir dizi olay sonucunda yarım kalmış hayalleri ve bu kasabaya, bu otele, sıkıştığı bu hayata sığmayan bir hayal gücü var. Hikâyesini yeniden yazmak istiyor. Söke Film Festivali’ne konuk olarak

Yazının Devamı