Hasan Cemal

Hasan Cemal

Tüm Yazıları

Emrin olur paşam

Hasan Cemal, Cafe Fanelli’den yazıyor!

NEW YORK
Cafe Fanelli’de sabah vakti, ortalık tenha, kimsecikler yok.
Güzel gözlü garson kız alıştı artık, önce kahvemi getiriyor koca bir fincanla.
“Ne yazayım bugün?”
Biraz şaşkın bakıyor.
“Emrin olur paşam diye bir yazı düşünüyorum.”
Bunu hiç anlamıyor.
Kim bilir, belki de benim İngilizce yetmiyor.
Bu kez İngilizcesini değiştiriyorum:
“Emredersiniz komutanım!”
Soruyor, biraz şaşkın:
“Komutan kim? Neyi emrediyor?”
“Komutan, Türkiye’nin Genelkurmay Başkanı. Hapisteki askerlerin serbest bırakılmasını istiyor.”
“Hapisteki askerler mi?..”
“Evet, tam 163 asker. Kimi emekli, kimi muvazzaf...”
Kocaman gözleri iyice açılıyor:
“163 asker mi? Ne yapmışlar?”
“Darbe tezgâhları, cuntacılık... İddianame böyle diyor, dava da yürüyor.”
“Hapiste 163 asker mi?” diye hayretini belirttikten sonra soruyor:
“Komutan neyi beğenmiyor?”
“Askerlerin tutuklu yargılanıyor olmaları anlaşılan hoşuna gitmiyor komutanın. Serbest bırakılmalarını istiyor.”
“Peki sen ne diyorsun?”
“Emrin olur paşam diyorum.”
Bir kez daha şaşkın bakıyor:
“Ama olur mu öyle?.. Komutan ne karışıyormuş mahkeme işlerine?..”
Garson kız haklı tabii.
Komutanın karışmaması lazım.
Genelkurmay’ın yaptığı iş, doğrudan adli yargılamayı etkilemeye giriyor.
Yani suç işliyorlar.
Türk Ceza Yasası’nı ihlal ediyorlar.
Ama artık seslerine çok kulak veren de yok. Açıklamaları eskisi gibi manşetlerde çok fazla yer bulmuyor.
Evet, “Emrin olur paşam!” demekle yetinip başka şey yazayım bari...
New York’un Soho’sunda, Cafe Fanelli’de oturup yine aynı konularda tıngırdarsam, bazı dostlar yine diyecekler ki:
“Asker takıntısı!”
Oysa, sabah vakti kahveye gelirken kafamda başka yazı vardı.
Sedat Ergin yüzünden her akşam Ayşe’yle neredeyse abone olduğumuz Blue Note’u yazacaktım.
Joe Louis Walker, gitarıyla insanı çığlık çığlığa müziğinin içine çekerken hep bağırıyor:
“Söyle neden bebeğim?”
Ama esas Toots Thielemans’ın ağız mızıkası...
İnsan yüreğinin her teline ayrı ayrı dokunuyor.
Hüzün, keder, nostalji...
Tekmili birden.
Hele o Nat King Cole’ün Smile’ını üflemeye başlayınca, salonda kimileri söylemeye başlıyor sessizce:
“Yüreğin acıyor olsa da gülümse/ Yüreğin parçalanıyor olsa da gülümse/ Gülümse, belki yarın güneş açacak.”
Ve arkasından, Thielemans ağız mızıkasıyla, Louise Armstrong’u çıkarıyor Blue Note’a, ‘Ne Harika Bir Dünya’yla:
“Ben yeşil ağaçları ve kırmızı gülleri
görürüm/ ben çiçekleri benim için ve sizin için görürüm/ Ve dünyanın ne kadar harika
olduğunu düşünürüm.”
Ya siz?..