Son yıllarda Türkiye ile ilgili göğsümü kabartan, dünyanın neresine gidersem gideyim gururla bahsettiğim bir marka var: THY. Hem hat sayısı, hem uçakları hem de alan hizmetleriyle dünya çapında en yukarılara yerleşti THY. Hiç unutmuyorum, 2000’lerin başında THY’nin açılımı aslında ‘Türk Hava Yolları’ değil ‘They Hate You’ (Senden nefret ediyorlar) diye espri yapılır, uçaklardan ve hizmetlerden epey şikâyet edilirdi. Şimdi ise dünyanın en iyilerinden. Yurtdışında hele ABD’deki havaalanlarında Turkish Airlines amblemi görünce vaha görmüş gibi oluyorsunuz.
Uluslararası marka değerlendirme kuruluşu Brand Finance geçtiğimiz günlerde Türk Hava Yolları’nın 2.4 milyar doları aşan değeriyle Türkiye’nin en değerli markası olduğunu açıkladı. Açıklanan rakam bu ama havacılık piyasasının aktörlerine sorduğunuzda ‘Şirket bu gün satışa çıksa anında 3.5-4 milyar dolara müşteri bulur’ diyorlar.
Turkish Airlines markasının bu noktaya gelmesinde hem özgüven hem de dinamizmin önemli olduğunu düşünüyorum. Tabii Türkiye devleti gibi büyük bir devletin arkasında olmasının verdiği bir özgüven var ancak onun ötesinde yıllarca Batı’ya öykünen ve kendini Batı’nın yanında ikinci sınıf gören anlayışı kırması bence esas nokta. Geçtiğimiz günlerde şirketin yönetim Kurulu Başkanı İlker Aycı ile bir öğle yemeğinde bir araya geldim. THY’nin son dönemdeki hızlı büyümesi ve inovatif adımlar atmasında Aycı’nın özgüvenli duruşu, dinamik ve hızlı karar alabilen yapısının önemli bir etkisi var bence.
Los Angeles uçuşlarında topik
THY’nin İstanbul dış hatlardaki lounge’u golfüyle, uyku alanlarıyla ve dizaynıyla dünya çapında. Bir de ‘localization of the global’ denen globali yerelleştirmeyi çok başarılı uyguluyorlar. Bunun en net örneği de yemekler. İlker Bey önümüzdeki süreçte bunu daha da detaylandırabileceklerini söyledi. Mesela Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı Los Angeles seferlerinde meşhur Ermeni mezesi olan topik ikram etmeyi düşünüyorlarmış. Ne kadar zarif ve kalp kazanıcı bir jest olur…
Gönlüm bu inceliği düşünebilen THY’nin yakında hem de PKK bunca can alırken cesur bir adım atıp Kürt yurttaşlarımızın çoğunluk olduğu şehirlerimize yapılan seferlerde Türkçenin yanında Kürtçe de anons başlatması.. Zira Türkiye bu kadar zor bir sınavdan geçerken böyle köprülere çok ihtiyaç var…
Ben dış uçuşlardaki film ve dizi seçeneklerini de başarılı buluyorum. Öte yandan, bence THY’nin dışında ayrı bir dünya markamız haline gelen Türk dizilerine daha çok önem vermeliler. Ancak orada ciddi bir sorun varmış. Türk dizisi satın almak birçok yabancı yapımdan çok daha pahalı imiş. Halbuki dünya çapında uçan uçaklar için bu diziler daha uygun bir fiyata verilebilmeli.
Küresel marka olmak ve hukuk devleti
Türkiye’den çıkan ve bir küresel şirket haline gelerek gururumuz olan Turkish Airlines markasına dair yazarken geçen hafta içi yaşadığım bir diyalog da aklıma geldi... Turkish Airlines nasıl ki havacılık ve ulaşım sektöründe bir dünya markası haline geldiyse Rixos markası da turizm ve otelcilik sektöründe tartışmasız bir küresel Türk markasıdır bugün. Yurtdışına çok çıkmış bir insan olarak biliyorum ki yeryüzünün neresine giderseniz gidin Türkiye ve turizm denince akla iki şehrimiz, İstanbul ve Antalya geldiği kadar, Rixos otel zinciri de geliyor...
Ben aynı zamanda Dünya Turizm Yazarları Birliği üyesi bir gazeteciyim ve mukayeseli bir perspektifle baktığımda Rixos markasının çok daha fazla büyüyebilme potansiyelini görüyorum. Objektif değerlendirildiğinde, Türkiye’den çıkmış ve küresel şirketler sahnesinde bu kadar tanınan başka bir turizm markamız yok. Turkish Airlines gibi Rixos da Türkiye’nin sahip çıkılması gereken çok önemli bir değeri. Hilton gibi, Marriot gibi, Sheraton gibi bir küresel dev zincir olma potansiyelini taşıyan tek turizm markamız Rixos. Elbette işini çok iyi yapan başka otellerimiz de var ve geçen sezon ben bir ‘best of’ listesini bu köşede yazmıştım ama markalaşma ve küreselleşme anlamında Rixos tartışmasız bir numara. Fettah Tamince bu başarısıyla ayrı bir önemi hak ediyor.
İşte geçen hafta içinde olduğum diyalog da bu küresel başarıda imzası olan Tamince ile ilgiliydi... Yüksek yargının önemli bir ismiyle sohbet ediyorduk. Paralel yapıyla mücadele davalarındaki son durumu konuştuk. Benim bu konuda ne kadar hassas olduğum ve bu uğurda ekranlarda da çok mücadele ettiğim malum. Bu bahsi geçen yüksek yargı mensubu da paralel yapıyla mücadele konusuna çok önem veren bir isim. O sebeple, bu haklı davaların sulandırılmaması gerektiğini düşünüyor. Ben de aynı kanaatteyim. Bu mücadele çok dikkatle yürütülmeli ve 17-25 milat olarak alınmalıdır. Nitekim HSYK’nın ve Yargıtay’ın da görüşü bu yönde. Yoksa daha önceki yıllarda cemaate parasal yardım yapmış insanlar da terör örgütüne yardım ve yataklıktan suçlanırsa ülkenin büyük çoğunluğunu tutuklamanız gerekir.
İşte bu saçmasapan sulandırma örnekleri konuşulurken, Tamince ile ilgili bu tip bir hukuksuzluk misalini anlattı bana konuştuğum isim. Tamince gibi, 17-25 Aralık darbe teşebbüsüyle beraber bıçak gibi cemaate tavır almış ve demokrasinin yanında yer almış bir ismi bile bu süreçlere karıştırmak hem hukuksuzluktur hem de Türkiye’ye zarar vermektir. Türkiye iktisadi olarak devamlı büyümek ve gerçek bir küresel aktör olmak istiyorsa gerçek bir demokratik hukuk devleti de olmak zorundadır...