17.06.2010 - 20:17 | Son Güncellenme:
SEMİHA ŞENTÜRK
Şiir dilinin özel bir dil olduğu hepimizin malumu... Gündelik dilden farklıdır. Bize sözcüklerin büyülü dünyasını açar, sözcükleri olduğu gibi dünyayı da hiç olmadığı gibi düşünmemizi sağlar. Belki de bu nedenle her şiirin bizi yepyeni bir evrene taşıdığını hissederiz. Hayatı boyunca şiirle olduğu kadar Hinduizmle, okültizmle, astrolojiyle ilgilenip ‘başka dünyalar’a olan inancını gösteren William Butler Yeats, şiirleriyle okurlarının önüne büyülü bir dünya serdi, onları sözcükler aracılığıyla başka bir dünyaya götürdü.
13 Haziran, İrlanda edebiyatının olduğu kadar dünya edebiyatının da en verimli ve usta yazarlarından olan William Butler Yeats’in 145. doğumgünü. Türkçeye çok az kitabı çevrilmiş bu şairin 145. yaşını onunla ilgili hazırladığımız bu dosyayla kutluyoruz.
“KALBİNİN ÜLKESİ”
William Butler Yeats, 13 Haziran 1865’da Dublin yakınlarındaki Sandymount’ta doğar. Baba John Butler Yeats, kökleri toprak sahibi bir aileye dayanan ünlü bir ressam, anne Susan Mary ise İrlanda’nın Sligo kontluğunun varlıklı ve köklü ailelerinden Pollexfen’ların kızıdır.
John Butler Yeats ve Susan Mary Pollexfen evlendiklerinde John Butler hukuk okumaktadır. Ancak aklı hukukta değil sanattadır, hukuku bırakıp güzel sanatlar okumak üzere Londra’ya gider. Babasının bir ressam oluşu, sonraları William Butler Yeats’in şiirinde güzel sanatlarla sıkı bir ilgi kurmasını sağlayacaktır. William Butler Yeats’in doğumundan kısa bir süre sonra aile, annesinin ailesinin yanına, Sligo’ya taşınır.
Şair için Sligo “kalbinin ülkesidir”. Sonraları şiirinde sık sık anacağı, ona ilk ilhamları sağlayacak yer olur burası. Yeats, sanatçı genleri taşıyan bir aile içinde büyür. Kardeşi Jack babası gibi ünlü bir ressam olur, aile içinde Lollie ve Lily olarak anılan kız kardeşleri Elizabeth ile Susan Mary ise sanayi devrimine bir karşı çıkış olan ve geleneksel el sanatlarına dönmeyi savunan Art & Crafts hareketi içinde yer alırlar.
RESSAM OLMA HAYALİ
W. B. Yeats, iki yaşına geldiğinde aile Londra’ya sanat eğitimi alan babanın yanına taşınır. Çocuklar önce evde eğitilir; anne onlara hikayeler ve İrlanda halk masalları anlatır, baba ise kimya ve coğrafya öğretir. Evlerinin yakınlarındaki Sologh’un doğası ise onlar için bir biyoloji laboratuvarı olur. 1877 yılında Yeats, Godolphin İlkokulu’nda okula başlar. Parlak bir öğrenci sayılmaz Yeats, matematik ve dil dersleriyle arası pek iyi değildir. Dört yıl boyunca devam ettiği bu okuldan, aile geçim sıkıntısı nedeniyle Dublin’e geri dönmek zorunda kalınca ayrılır.
Dublin’e geldiklerinde Yeats, Erasmus Okulu’na devam eder. Okulunun yakınında bulunan babasının stüdyosuna da sık sık uğramayı ihmal etmez. Burada pek çok sanatçı ve yazarla tanışır. Resimle, edebiyatla haşır neşir olur. Nitekim Yeats’in aklında babası gibi ressam olmak vardır.
1884 yılında Metropolitan Güzel Sanatlar Okulu’na girer, fakat buradaki eğitimine sadece iki yıl devam eder. Aklı tuvalde ve fırçada değil, kağıtta ve kalemdedir. Resmi bırakıp, kendini ‘çocukluğumun safdil dini’ olarak adlandırdığı şiire adamaya karar verir. Yeats babası sayesinde daha 15 yaşında kendisi gibi ‘Ön Rafaellocu’ bir ressam ve şair olan Rosetti ve William Blake’in şiirleriyle tanışır. Bu şairlerin izleri uzun yıllar Yeats’in şiirinde görülecektir. Yeats’in yazdığı ilk şiirler, Ön Rafaellocu şairlerin, Percy Byssche Shelley’in ve Edmund Spenser’ın etkilerini taşır. Bu şiirler zaman zaman ‘İrlandalı olmamakla’ eleştirilir. Fakat, Yeats yine de şiirlerinde kendi sesini hissettirmeyi başarır.
ROMANTİK ETKİLER
İlk şiirlerinden sonra yazdıklarında, İrlanda halk masallarını ve mitolojisini modern şiirin biçeminde yoğurur. Tabii bu şiirlerde babası sayesinde tanıdığı William Blake’in etkisi de unutulmamalı. İlk şiir kitabı “Mosada: A Dramatic Poem” (“Mosada: Dramatik bir Şiir”) 1886 yılında çıkar.
Yeats’in kalemi eline aldığı 1880’li yıllar hem dünya hem de İrlanda şiirinin ve bu şiirle ilişkisini hiçbir zaman koparmayan İngiliz şiirinin büyük bir dönüşüm içinde olduğu yıllardır. 18. yüzyılın sonunda İngiliz şiiri neoklasik akıma bir tepki olarak doğan romantik akımın etkisindedir. Romantik akım; doğadan, şairin imgeleminden ve duygu dünyasından uzak bir şiir anlayışına tepki gösterir. Ancak bir taraftan da yükselen burjuvazinin, sanayileşmenin, kapitalizmin ve şehirleşmenin yarattığı kısıtlayıcı, rekabetçi, sert hayatı dile getirecek yeni bir dili oluşturamaz.
DÜŞÜNMENİN ÇEKİCİLİĞİ
Yeats’in ilk şiirleri de bu romantik etkileri taşır. Cevat Çapan, İrlandalı şairin “sanat hayatına on dokuzuncu yüzyıl sonunda romantiklerin dümen suyunda girmiş” olduğunu vurgular.
Yeats ilk şiir kitabının yayımlanmasından bir yıl sonra, Londra’ya döner. Burada Londralı şairlerle yakın dostluklar kurar. 1886 yılında çıkan “Mosada”dan sonra ikinci şiir kitabı gecikmeden gelir. 1889’da “The Wanderings of Oisin ve Other Poems” çıkar. “The Wanderings of Oisin”, İrlandalı bir kahramanla İrlanda’yı Hıristiyanlaştırmaya çalışan misyoner St. Patrick arasındaki diyalogtan oluşan epik bir şiirdir. Oisin de Ön Raffaellocu şairlerin etkilerinden uzak değildir, ancak bu şiir kitabı Yeats’in şiirlerinde her zaman bir dip akıntı olarak hissedilecek temayı taşır: Düşünmenin çekiciliği, harekete geçmek ya da davranmak yerine tefekkürün seçilişi.
Yeats’in şiirinde derin düşünmenin açtığı yollardan biri belki de ‘bu dünya’nın ve gerçekliğin ötesinde, görünmeyen, mistik bir başka dünyanın varlığına yapılan göndermelerdir. Nitekim Yeats, mistisizm, okültizm, spiritualizm ve astrolojiyle hayatı boyunca ilgilenir. Bu öğretilerin ‘büyülü dünyasını’ şiirlerine yansıtır.
Şöyle der bu konuda: “Mistik yaşam, yaptıklarımın, düşündüklerimin ve yazdıklarımın merkezinde duruyor”. Yeats, bu öğretileri okumakla kalmaz, aynı zamanda doğaüstüyle ilgilenen çeşitli kulüplerin ve toplulukların içinde yer alır. Sözgelimi Londra’da doğaüstü konularda araştırmalar yapan Ghost Kulüp adlı bir topluluğa üye olur. Bir teosofist olan Mohini Chaterjee’den Hinduizm konusunda dersler alır.
4 EVLİLİK TEKLİFİ
1889’da tanıştığı sıkı bir İrlanda milliyetçisi olan Maud Gonne, Yeats’in şiirini en az mistisizm kadar etkiler. Gonne, Yeats’in özellikle şiirlerinin hayranıdır ve onunla tanışmak ister. Yeats de Gonne’u görür görmez vurulur. İrlanda Bağımsızlık Hareketi’nin ateşli bir savunucusu olan Maud Gonne, cesareti ve güzelliğiyle onun aklını başından alır. Fakat Yeats’in milliyetçilikten uzak duruşu Gonne’ı ondan uzaklaştırır. Yeats yine de onunla evlenmeye kararlıdır, ilk evlilik teklifini tanıştıklarından iki yıl sonra yapar. Fakat cevap ret olur.
Yeats’in aşkı bitmez tükenmez bir aşktır, bir türlü yılmaz ve yıllar sonra bile Gonne’a evlilik teklif eder. İkinci teklifi 1889’da, üçüncü teklifi 1900’de, dördüncü teklifi ise 1901’de yapar. Sonuç hep hüsrandır.
Yeats, asıl hayal kırıklığını Gonne gibi sıkı bir İrlanda milliyetçisi olan John MacBride’la evlendiğinde yaşar. Gonne’la Yeats’in dostlukları ise hep sürecektir. Yeats her ne kadar milliyetçilikten uzak durmaya çalışsa da Gonne, Yeats’in İrlanda Bağımsızlık Hareketi’nin önemini kavramasını sağlar.
TEMELİNDEN KURTULUŞ
Çok geçmeden Yeats hayatına ve şiirine yön verecek bir başka kadınla tanışır: Lady Gregory. Lady Gregory, onu şiire başladığı ilk yıllarda yazıp sonradan bıraktığı oyun yazarlığına ağırlık vermesi için teşvik eder. Ve Maud Gonne’ın Yeats’te eksik gördüğü ideolojiyi, yani milliyetçiliği de yeniden düşünmesini sağlar. Zira 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında dünyada ulus devletlerin kurulması olarak etkisini gösteren milliyetçilik hareketi, İrlanda’nın da geleceğine yön verecektir. İrlanda’yı yönetimi altında bulunduğu Prostestan İngiliz hükümranlığından kurtaracak İrlanda Bağımsızlık Hareketi, bu açıdan hayatidir. Yeats, bu bağımsızlık hareketine İrlanda kültürünü yeniden canlandırarak katılır. Bu nedenle Can Yücel’in “Bağımsızlığın İrlanda kültürünü temelinden bilme sorunu olduğunu” vurgulaması manidardır. Yücel’in, Yeats’in başlattığı harekete “Temelinden Kurtuluş” demesi de boşuna değildir.
“İrlanda kültürünü temelinden bilme sorunu” öncelikle Lady Gregory ve Yeats’in İrlanda tiyatrosunda gerçekleştirdikleri devrimlerle başlar. Lady Gregory, İrlandalı oyun yazarları Edward Martyn, Sean O’Casey ve John Millington Synge, İrlanda Edebiyatı’nın Yeniden Doğuşu Hareketi’ne (Irish Literary Revival) önayak olurlar. 1899 yılında ise Lady Gregory, Martyn ve Moore, İrlanda Edebi Tiyatrosunu kurarlar. Düsturları, İrlanda ve Keltic oyunlarını sahneye koymak ve tiyatroda oyun yazarının oyunlardaki merkezi rolünün altını çizmektir. Fakat bu topluluk yalnızca iki yıl bir arada kalabilir.
KENDİ MATBAASI
İrlanda tiyatrosunun can damarlardan biri olacak asıl hareket ise Dublin’de Abbey Tiyatrosu’nun kurulması olacaktır. İrlanda tiyatrosunun en tanınmış isimlerinden Synge, O’Casey gibi oyun yazarları bu tiyatronun sahnesinden dünya sahnesine taşınır ve İrlandalı oyun yazarları dünya edebiyatındaki yerlerini alır. Yeats hayatının sonuna kadar Abbey Tiyatrosu’nda çalışır. Yazdığı oyunlar burada sahnelenir. Yeats’in bütün çabaları İrlanda’ya ait bir kültürü ortaya çıkarmaktır. Bunun için Yeats ve kız kardeşi Elizabeth Yeats’in önce 1902’de Dun Emer Basımevi olarak kurdukları, sonradan Cuala Basımevi adını alan matbaa, Yeats’in ve İrlandalı pek çok yazarın kitaplarının basılmasını sağlar.
Yeats için bir başka dönüm noktası 1913 yılında gerçekleşir: Modern şiirin ustalarından Ezra Pound’la tanışır. Bu tanışma onun şiirine asıl özgünlüğünü verecek, deyim yerindeyse, Yeats’i Yeats yapan şiirler yazmasını sağlayacaktır. Yeats’ten yirmi yaş küçük Pound için Yeats, üzerinde ciddi ciddi çalışılacak yegane
kişi ve yaşayan en büyük şairdir. Pound Londra’ya geldiğinde onunla arkadaş olur. İkisi 1916 yılına kadar kışları aynı evde geçirirler, Pound onun yardımcısı gibidir.
DIŞ MÜDAHALE
Cevat Çapan, Ezra Pound ve T. S. Eliot’ın İngiliz şiirinde bir dış müdahele etkisi yaptıkları üzerinde durur: “En parlak dönemlerinde köklü Avrupa kültürüyle bağlar kuran, İtalyan, Fransız ve İspanyol şiirinden olumlu yönde etkilenmeyi başaran İngiliz şiirini bu kendi içinde kapanmış taşralı durumundan kurtarmak için belki de bir dış müdahele gerekiyordu. İşte bu dış müdaheleyi gelenek yoksulu Amerikan toplumundan uzaklaşıp yaratmak istedikleri sanatı köklü temeller üzerine kurmak isteyen Ezra Pound ve T. S. Eliot gibi iki şair gerçekleştirdi.”
Pound, İrlanda ve İngiliz şiirinin olduğu gibi Yeats’in de ihtiyaç duyduğu ‘dış müdahale’dir. Amerika’da imgecilik akımını başlatmış olan Pound, Yeats’i imge ve şiir dili üzerinde tekrar düşündürür. Pound’un şiir dilini konuşma diline yaklaştırma düşüncesi Yeats’i İrlanda’da hâlâ hissedilen ve Romantik akımın şiire soktuğu yapay ‘şairanelik’ten kurtarır. Ayrıca Pound, Yeats’in oyunlarında etkisini gösterecek Japon Noh tiyatrosuyla tanışmasını sağlar.
İrlanda halk hikayeleri ve mitleri, bağımsızlık savaşı hareketi, mistisizm, Blake ve Pound etkisi... Yeats’in şiirinde bütün bunlar birbirinin içinde erimiştir. Onun has şiiri bunların bir alaşımıdır aslında. Fakat Cevat Çapan’ın da söylediği gibi, “Yeats’i asıl olgunlaştıran olay kendisinin de doğru sözlü bir tanığı olduğu İrlanda Bağımsızlık Savaşı’dır.” İngilizler’in acımasızca bastırdıkları 1916 Paskalya Ayaklanması, Yeats’in siyasal gelişmeleri algılaması bakımından onun şiirinde bir dönüm noktasıdır.
MEDYUM BİR EŞ
1916 Paskalya Ayaklanması, İrlanda’da İngiliz hakimiyetine karşı yapılan isyandır. Ayaklanmanın sonucu, İrlandalı cumhuriyetçi liderlerin vatan hainliği suçundan asılması olur. Maud Gonne’ın kocası John Macbride da asılanlar arasındadır. Yeats bu ayaklanmayı en ünlü şiirlerinden olan “1916 Paskalya Ayaklanması”nda işler; bu şiir Yeats’in “1913 Eylülü” şiiriyle birlikte siyasal nitelikli şiirleri arasında sayılır. Yaşadığı toprakların bağımsızlığını arzulayan ve tanıklık ettiği bu tarihsel olayın kendisinde bıraktığı etkiyi güçlü imgelerle anlatan şiirlerdir bunlar. Nitekim ister siyasal içerikli olsun ister olmasın bu imgeler Yeats’in şiirinin vazgeçilmezleridir. Onun estetiğinin temelini oluşturur.
1916 yılında Yeats 51 yaşındadır ve kendisi için artık evlilik zamanının geldiğini düşünmektedir. Son bir kez, Maud Gonne’a evlenme teklif eder, ancak yine reddedilir. Belli ki onun kaderinde George (Georgie) Hyde Lees vardır. Yeats ve okült toplantılarında tanıştığı 24 yaşındaki George Hyde Lees, 1917 yılında evlenirler. Çiftin iki de çocuğu olur: Anne ve Michael.
Bayan Yeats, ruhlarla bağlantı kurabilen iyi bir medyumdur, ikisi evliliklerinin ilk yıllarında birlikte otomatik yazı çalışmaları yaparlar. Yeats’in eşinin de okülte olan ilgisi kendisinin ‘kitaplarımın kitabı’ olarak adlandırdığı imgelem, tarih ve okült arasındaki ilişkileri kaleme aldığı “A Vision”ı yazmasını sağlar.
NOBELLİ ŞAİR
Takvimler 1921 yılını gösterdiğinde, İrlanda’nın uzun yıllardır verdiği bağımsızlık savaşı son bulur ve özgür İrlanda kurulur. Bundan iki yıl sonra da William Butler Yeats’in adı Nobelli yazarlar arasına girer. Yeats, 1923 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü alır. Yeats ödülü alır almasına fakat kendisine gelen tebrikleri hep bir gerçeği vurgulayarak kabul eder. Bu onurun, Avrupa’nın çiçeği burnunda İrlanda devletine bir selamı olduğunu ve kendisine İrlanda edebiyatının bir temsilcisi olarak verildiğini söyler.
Yeats, Nobel Ödülü’nü aldıktan bir yıl sonra İrlanda senatosunda iki dönem görev alır. Yazmayı hiç ihmal etmez bu arada. Şairin en akılda kalıcı eserlerinden olan “The Tower” 1928 yılında, “The Winding Stair” ise 1929 yılında çıkar. Ölümüne kadar da yazmaya devam eder. Son eseri ölümünden bir yıl önce çıkan “New Poems” (Yeni Şiirler) olur.
TÜRKÇEDE 2 KİTAP
Yeats 1939 yılında, 74 yaşındayken Fransa’da hayata gözlerini yumar. Vasiyeti gereği gizli bir törenle Fransa’daki Roquebrune-Cap-Martin’e gömülür. 1948 yılında ise, vasiyetine uygun olarak ‘kalbinin ülkesi’ Sligo’daki Drumcliffe’e defnedilir.
William Butler Yeats, ölümüne kadar elinden kalemi düşürmez ve arkasında büyük bir külliyat bırakır. Bağımsızlığa olan tutkusu ve büyülü dizeleri onun adını dünya edebiyatı tarihine yazdırır. Modern şiire yeni bir ses getirmiş bu şairin Türkçeye çevrilmiş şiirleri ise çok azdır. Bunlardan biri, Yeats’in 1893 tarihli “The Celtic Twilight” kitabının çevirisi olan “Kelt Şafağı”dır (Çeviri: Ali Karabayram) ; diğeri ise “Her Şey Ayartabilir Beni”dir. (Çeviri: Cevat Çapan).
Can Yücel, “Yeats’in yazdığı şiirlerle eriştiği doruk, o zamana dek, kendisinden beklenmeyen en büyük başarıydı” diyerek selamlar onu. Dosyamızın, 40’a yakın kitaba imza atan bu verimli şairin dizelerinin Türkçeye çevrilmesi için bir vesile olmasını umuyoruz.
Dizelerindeki estetik kıpırtı
Yeats’in şiirindeki imgeler öyle güçlüdür ki okuru duyuların ötesine götürür. Bu imgeler gücünü kelimelerden alır.
“Duyuların ötesinde gezinen bir şeyi vücuda getirmek ancak bir çiçeğin ya da bir kadının bedeni kadar zarif, karmaşık ve gizemli hayatla dopdolu kelimelerle mümkündür...” Cem Taylan, “Modernist İngiliz Şiiri: William Butler Yeats ve Ezra Pound” adlı kitabında bu cümlelerin Yeats’in estetiğinin çekirdeğini oluşturduğunu söyler ve ekler: “Bu esteteğin temelinde güzel dansçı kadın imgesi yatar. Dansçı kadın, sanatını bedeniyle ifade etmesine rağmen beden ve ruh birliğine kavuşmuş bulunduğundan bedenselliği aşmıştır.”
Yeats’e göre dansçılar vücutlarıyla düşünen insanlardır. Yeats’in dans konusundaki bu fikirleri onun şiirine en özgün yanlarından birini verir: Dansçı bir kadın imgesini dizelerine taşıyan ritim ve hareket. Bu nedenle “Michael Robartes and the Dancer” (Michael Robartes ve Dansçı) adlı kitabına adını veren şiirin, özellikle kadın bedenine övgülerle dolu olması şaşırtıcı değildir. Dizeler ve kelimeler
içindeki estetik kıpırtı Yeats’in şiirini biricik kılar.
ŞİİRLERİNDEN BİR SEÇKİ
Galway At Yarışlarında
Orada, atların yarıştığı çayırda,
Aramızda birlik yaratıyor duyduğumuz sevinç.
Atlılar dörtnala atlarının üstünde
Yüreği ağızlarında arkadan bakanların:
Bizim de seyircilerimiz vardı eskiden,
Dinleyen, işimizde bizi yüreklendiren;
yoldaşlık ederdik binicilerle
Yeryüzü tüccarın, kalem efendisinin
Kesik soluklarıyla buğulanmadan.
Sürdürün türkünüzü: bir yerde doğarken yeni bir ay.
Göreceğiz uyumanın ölmek demek olmadığını,
Duyarak yeryüzünün yeni bir hava tutturduğunu-
Yeryüzü hep delikanlı çünkü-
Sonra bağıranlar çıkacak yarışlardaki gibi,
Ve insanlar olacak bizi yüreklendiren
atını sürüp gidenlerden.
Her Şey Ayartabilir Beni
Her şey ayartabilir beni şu şiir uğraşından:
Gün olur bir kadının yüzü ya da daha kötüsü
Çektiği çile alıklarca yönetilen yurdumun;
Şimdi daha kolayı yok
Elimin alıştığı bu işten. Gençken
Metelik vermezdim türkülere,
Sazını çalmaz mıydı ozan
Kılıç kında beklercesine;
Razıyım dileğim yerine gelsin tek,
Balıktan daha soğuk, daha dilsiz, daha sağır olmaya.
İkinci Geliş
Döne döne büyüyen anaforda
Şahin duyamıyor şahincisini;
Her şey yıkılıyor, bel vermiş ortadirek;
Kargaşalık salınmış yeryüzüne,
Yükseliyor kana bulanmış sular, ve her yerde
Sulara gömülüyor suçsuzluğun töreni;
İyiler her türlü inançtan yoksun,
Oysa yoğun bir tutkuyla esrik kötüler.
Belli ki bir giz açıklanmak üzere;
Belli ki İkinci Geliş kapımızı çalıyor.
İkinci Geliş! Bu sözler çıkar çıkmaz ağzımdan,
Koca bir görüntü tırmalıyor gözümü
Evrensel Ruh içinden: bir çölün kumları üzerinde
Gövdesi aslan, başı insan bir yaratık,
Güneş gibi boş, amansız bir bakışla
Atıyor ağır ağır adımlarını, bir yandan
Sararken çevresini öfkeli çöl kuşlarının gölgeleri.
Karanlık bastırıyor yeniden: ama biliyorum ki artık,
Yirmi yüzyıl süren ölümsüz uyku
Sallanan bir beşikte karabasana dönmüş.
Şimdi hangi yırtıcı hayvan, saati geldi diye,
Aldırışsız yürüyor Beytüllahm’da doğmaya?
Çeviriler: Cevat Çapan