Anadolu Ajansı, geçen hafta, ABD’nin borç durumunu anlatan, çok önemli bir haber-analiz yapmış.
Yetmişli, seksenli hatta doksanlı yıllarda IMF ile, sonra da derecelendirme kurumlarıyla gelişmekte olan ülkelere dış borcu üzerinden ekonomik operasyonlar çeken ABD merkezli sermaye çevreleri, ABD’nin kâğıttan imparatorluk olduğunu sır gibi sakladılar. AA’nın analizi, ABD’nin milli gelirinden daha fazla -özel kesim hariç- dolar borcunun olduğunun altını çizerek, çok üzerinde durmadığımız bir gerçeği bize hatırlatıyor. Bu gerçek, aynı zamanda, şimdi geride bıraktığımız bir paradigmayı bize anlatıyor.
“ABD’nin yıllık 18.5 trilyon dolarlık milli gelirine karşın özel sektör hariç 19.9 trilyon dolar borcu var. Türkiye’nin rezervlerinde 58.3 milyar dolar değerinde ABD tahvil ve bonosu bulunuyor.”
ABD Hazine Bakanlığı verilerine göre, Aralık 2016’da dünyanın en büyük ekonomisinde kişi başına düşen borç 61 bin dolardan fazla bir miktara denk geliyor.
Ülkenin borcunun en büyük kesimini yaklaşık 14 trilyon dolarla kendi vatandaşına, eyalet yönetimlerine, bankalara, sigorta şirketlerine, yatırım fonlarına, emeklilik fonlarına ve merkez bankası Fed’e olan borçlar, gerisini ise (6 trilyon dolar üzeri) elinde ABD tahvil ve bonosu tutan yabancı ülkelere olan borçlar oluşturuyor.”(AA, ilgili haber)
Borcun hegemonyası
Şimdi burada iki şey sorulabilir: Birincisi, “Bu, ABD’nin sorunu, bunun dünyanın diğer tarafını bağlayan yanı ne?” İkincisi, “ABD, dünya ticaretinde geçerli olan temel rezerv parayı üretiyor, senyoraj hakkını kullanır ve dolar basarak borcunu öder; o zaman bu ABD için bir sorun mu?” Öncelikle, ABD’nin bundan sonra bu kâğıttan imparatorluğu devam etmekte ısrar etmesinin sonucu hepimizi ilgilendiriyor; dolayısıyla, artık Türkiye’nin dış borcu bizim için ne kadar önemliyse ABD’nin dış borcu ya da toplam borcu o kadar önemlidir. Çünkü ABD bu borcu çevirmek için iki şey yapabilir: Birincisi, 2. Dünya Savaşı’ nın galip gelişmiş ülkelerinin mutabakatıyla kendisine verilen siyasi hegemonyayı zoraki devam ettirir ve hiçbir karşılığı olmayan dolara dayalı savaşa dayalı siyaseti öne çıkartır. ABD, şu ana kadar bunu yaptı. Bunun sonucunda dünya, bir topyekûn savaş yaşamasa bile, iç savaşlar, bölgesel savaşlar, terörle dolu bir 71 yıl geçirdi. (1945-2016)
İkincisi, ABD, iktisadi rasyonaliteye uygun davranır; yeni bir new-deal ilan eder ve karşılıksız yüksek dolarla konsolidas-yondan vazgeçer. Bilişim sektörü başta olmak üzere, ileri teknoloji alanlarını yeni sanayi devrimi çerçevesinde öne çıkartır. İhracata dayalı yeni bir ekonomi rasyonalitesi geliştirir.
Ama bunun anlamı hegemonyasını, gelişmekte olan ülkelerle paylaşması demektir. Yani dünyanın enerji ve maden kaynaklarının karşılıksız ABD kâğıtları ve dolarlarla takas edilip ABD’nin kasasına girmeyeceği yeni bir düzendir bu... Körfez ülkeleri başta olmak üzere, enerji zengini bütün ülkeler yüzyıla yakın bir süredir ABD’yi finanse etti. Petro-dolar sistemi yalnız çarpık bir zenginlik ürütmedi, aynı zamanda, savaşa ve teröre dayalı bir siyaseti de üretti. Bugün trilyon doları aşan ABD hazine bono ve tahvili bulunduran iki ülke var; Çin ve Japonya... Çin, dünyanın fabrikası, Japonya ise gelişmiş teknoloji üssü durumunda... Çin emek verimliğinde, Japonya ise teknoloji verimliğinde önde... Yani dünyanın emek ve teknoloji verimliği sonucu elde edilen kârlar, karşılıksız dolar mekanizması ise ABD’ye gidiyor ve oradan yeniden tüm dünyaya borç olarak dağıtılıyor. Bu paranın bir diğer kısmı ise vergi ve hedge fon cenneti olan Cayman Adaları gibi kıyı bankacılığı merkezlerine gidiyor. Dünyadaki “serseri” fonların yüzde 60’ı Cayman Adaları’nda. Buradaki ABD kâğıtlarının miktarı 262 milyar dolar. İngiltere’de bu rakamın 207 milyar dolar olduğunu göz önüne alırsak, Cayman Adaları gibi merkezlerde nasıl bir finans oyunun döndüğünü anlarız. Bu “serseri” ama karşılıksız dolar sirkülasyonu dolar ve ithalat bağımlısı olmuş ekonomilere çekirge sürüsü gibi girip çıkıyor ve istediği operasyonu yapıyordu.
Alternatifi var...
Bugün birçok ülke ellerindeki ABD kâğıtlarını satarak, bu parayı yatırımcı sermaye gücüne dönüştürüyor. Örneğin Suudi Arabistan, geçen seneye göre, dolar bazlı varlıklarını yüzde 15 azalttı ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ülkelere yatırım kararı aldı. İşte tam burası çok önemli.
Türkiye’nin yüksek faiz, gereksiz değerli TL ile bir ithalat ülkesi olmaktan başka yolu şüphesiz var. Türkiye’ye şimdiye değin, bundan başka alternatif yok diye dayatılan bütün para ve maliye politikaları, yukarıda anlattığımız, ABD’nin finansına dayanan, paradigmanın gereğidir. Bu, aynı zamanda terör, istikrarsızlık ve yoksulluk demektir. Bunu aşacağız ve tam şimdi bunun alternatifi var.