Son canlı bomba saldırılarının halkın ve hükümetin sabrını zorlamaya başladığı açık. Bu noktada, terörün önlenmesi, teröristlerin cezalandırılması, eylem kapasitesinin en aza indirilmesi için yapılması gerekenler yüksek sesle tartışılmaya başlandı. Hükümetin otoritesini yıpratmayı hedefleyen örgütün bu stratejisini işlemez kılacak önlemlerden biri de provokasyona mahal vermeden misliyle cevap vermektir. Özellikle, örgüt için önemli konularda ve kendisini rahat hissettiği alanlarda.
Başbakan Binali Yıldırım Suriye sınırı boyunca PKK/PYD kontrolündeki bölgeyle ilgili şunları söyledi: “Ama bakın bir Fırat Kalkan’ı hadisesi bizim Suriye tarafındaki DEAŞ tehdidini ciddi anlamda sınırlamıştır, aşağı düşürmüştür. Benzer çalışmaları bütün güney sınırlarımızda yapacağız”.
Bu ifadeler, PKK/PYD’nin kontrolünde tuttuğu, yönettiği güney sınırımıza dair hükümetin düşüncelerini yansıtması açısından oldukça önemli. Nitekim PKK, iki parça halinde, 700km uzunluğunda, yer yer 100 km derinliğinde sınır bölgesini, Suriye topraklarının 1/5’ini yönetiyor.
Söz konusu bölgenin, Suriye iç savaşının tarafları, bölgesel aktörler ve PKK terör örgütü için farklı anlamlarının olduğu açık. Bölge, PKK bakımından sadece askeri değil, politik açıdan da çok önemli. Haliyle bölgenin Başbakan Yıldırım’ın açıklamalarında yer alması bir tesadüf değil.
Bir terör örgütünün, hedef aldığı ülkenin sınırı boyunca yeterli derinlik ve genişlikte “üs” bölgelerine sahip olması, “hayati bir konudur”. PKK, bugün, Irak ve Suriye’de bu imkâna ve lükse sahiptir.
Kitaba göre, söz konusu bölgeyi hayati yapan dört neden vardır. Birincisi, PKK gibi terör örgütlerinin “devlet” olma iddiaları onlarda toprak kontrolünü tutkuya dönüştürmüştür. Çünkü insanların yaşadığı bir saha hem tecrübe, hem de “düşman” devletin güç kullanma kapasitesinin sınırlanması demektir. Devletler kamuoyu baskısı nedeniyle “sivil kayıplarından” korkarlar. Sivillerin paçasına yapışan ve onlarla iç içe yaşayan terör örgütlerine karşı gerektiği kadar güç kullanamazlar.
İkincisi, terör örgütlerinin izlediği uzatılmış politik/askeri mücadele stratejisi yorucu ve yıpratıcıdır. Bu nedenle lojistiğini güvenle depolayacağı, yaralılarını tedavi edebileceği, militanlarını dinlendireceği, eğiteceği, terör eylemlerini planlayacağı, hazırlayacağı “sakin” bölgelere sahip olmak hayati bir konudur. Nitekim Suriye tarafında oluşan bölge bu imkânları fazlasıyla sağlamaktadır.
Üçüncüsü, komşu ülkede tesis edilen “üs bölgesi” örgüte göreceli koruma sağlar ve emniyet hissi verir. Tıpkı, 1983’ten beri varlığını koruyan, Kuzey Irak’ta olduğu gibi. Devletler uluslararası hukuk, egemenlik ihlali, BM tartışmaları, iç politika gibi nedenlerle komşu ülkeye uzun süreli, kalıcı harekât düzenleyemez. Düzenlese de kalamazlar. Girdiğinde ise terör örgütü çekilir, iş bitince de geri gelir.
Son olarak, PKK/PYD’nin ABD ile işbirliği Suriye özelinde farklı bir anlam taşıyor. Küresel bir aktörle çıkar ilişkisi, PKK/PYD’nin “özgüvenini” artırırken, kendince dokunulmazlık kazandığını düşünüyor.
Suriye’de kalıcı bir istikrarın tesis edilmesi uzun yıllar alacaktır. Bu süreçte PKK/PYD bölgeye yerleşecek ve varlığı derinleştirecektir. Politik amaç, ister örgütün yok edilmesi, ister taleplerinin dönüştürülmesi, isterse bedel ödetilmesi olsun, 700 kilometrelik sınırdaşlığı görmezden gelerek hedefe ulaşmak mümkün olmayacaktır.