Hasan Pulur

Hasan Pulur

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Geçen gün Melih Aşık yazdı; bir gazeteci “iki genç bayanla” Beyoğlu Balık Pazarı’nın meşhur meyhanesi “Cumhuriyet”e gidiyorlar, kaldırımdaki masalardan birine oturup, üç bira istiyorlar, garson soruyor:
“Başka ne yiyeceksiniz?”
“Ortaya bir patates yapın!”
“Olmaz!”
Nedir “Olmaz” olan.
Üç bira, bir patates tavayla o masaya oturulmaz, kısa bir süre olsa dahi...
* * *
Melih Aşık “Eskiden meyhane adabı vardı” diyor.
Doğru, zaman zaman “Bu iş onların işiydi!” deyince kızarlar.
Kim onlar?
İstanbul’un Rum garsonları...
Melih Aşık’ın anlattığını okuyunca bir anımız canlandı. Bir zamanlar Yeniköy’de deniz üstünde “Aleko”nun meyhanesi vardı, arada sırada giderdik, denizin tam üstünde balkona çıkmış gibi masalar sayılıydı, diğer masalar biraz daha geride...
Bir genç kızla bir delikanlı geldi, kız o kadar neşeliydi ki, güle oynaya, denizin üstünde boş kalan son masaya oturdu. Kim bilir delikanlı neler düşünüyordu, “Bu masadan kaça kalkarız!” gibi.
Aleko garsona seslendi:
“Ne isterlerse ver. Sıkma canlarını!”
Sonra, bize döndü:
“Delikanlının cebinde parası ya vardır, ya yoktur. Garson ne yiyeceksiniz diye sorunca yüreği oynar. O masadan alacağımız üç beş kuruş bu gençleri üzmeye değer mi?”
Sonra kulağımıza eğildi:
“Biz meyhaneciyiz pasam!”
Gerçekten meyhaneciydi onlar, İstanbul Rumları, bu onların işiydi.
* * *
Meyhaneden laf açılınca “rakı”dan söz edilmez mi?
Geçenlerde rakı üzerine bir yazı yazdık, meğer ne kadar çok “rakıcı” varmış...
Biri de bize kızmış:
“Ayıp, insan Necip Mirkelamoğlu’nun Rakıname’sinden iki satır yazmaz mı?”
Yazalım, kimsenin hatırı kalmasın...
“Gül ağacı değilem, her güzele eğilem” diyen Mirkelamoğlu rakı için de şöyle der:
“İçmesini bilene, zevk-u sefadır.
İçmeyi bilmeyene, cevr-ü cefadır rakı.
Bir münasip mikdarı, muhabbet anahtarı
Kaçırırsan ayarı, can’a ezadır rakı.
* * *
Ne dert kalır, ne keder, mes’ut eder.
İçebilirsen eğer, ruhu ciladır rakı.
Ham ervahsan yanaşma, Arif’sen ondan şaşma,
İç ama, haddi aşma, ferahfezadır rakı.
* * *
Nükte, cinas anlaya, ahengi-i bezm’e uyan.
İçip zırvalamayan, o’nadır rakı.
Eşek içince zırlar, köpek içerse hırlar,
Kedi içse tırmalar, rakı, insanlaradır rakı.
* * *
Al kadehi eline, dokun gönül teline,
Muhabbet âlemine, bir merhabadır rakı.
Adabı, erkânı var, zamanı mekânı var,
Kimin ki iz’anı var, ona şifadır rakı.”
* * *
Mirkelamoğlu “Gönül dargınlarına, vefa kırgınlarına, hayat yorgunlarına devadır rakı” der ve sonunda da imzasını atar:
“Had bilmezsen eğer/öyle rüsva eder ki başa beladır rakı”