Süper Lig’in 56’ncı sezonu tartışmalarla, sorunlarla bitti... 57’nci sezonun 56’dan bir farkı olması, problemlerin kanıksanmaması için yeni sezona mektuplar yazmıştık geçen hafta... Stat zemini işleri tek bir elden yürüsün, kanun ve talimatname yeniden yazılsın, seyircisiz-yarı seyircili maç utancı tarihe karışsın, futbolda dürüstlük hareketi başlasın gibi kurumsal dileklerimize, bu hafta da teknik yönetim dilekleri ekledik.
Küme düşüren ortalıktan kaybolmamalı
Geçtiğimiz hafta izlemişsinizdir: Fulham’la küme düşen Magath, sezonun sonunda Dan Burn’e sağ bekte şans verdiği için övünüyor; “yeni yılda genç-leşmiş harika bir takım yapacağız” diyordu. Küme düşmüş olabilirlerdi, ama düşürdükleri takımı geri çıkarmayı taraftara bir borç addediyorlardı. Benzer sözcükler Cardiff’le küme düşen Solskjaer’den de duyduk: “Sorunlarımızı biliyoruz ve gelecek sezona hepsini çözmüş olarak gireceğiz”
Futbolda başarı kadar başarısızlık da doğal. Ama Türkiye’de “başarısızlığı kabullenme ve telafi etme kültürü” maalesef gelişemedi. Aybaba, Antalya-spor’u bıraktığında zaten kurtulma şansları yoktu, o noktada teknik direktörün gidip sorumluluğu bir başkasına bırakması Türkiye’de nedense doğal karşılanıyor. Oysa bir teknik adam bir takımı düşürüyorsa onunla ikinci ligin kahrını da çekmeli. Hatasını telafi edip tekrar terfi etmenin gururunu aramalı.
Benzer bir hikaye Kayserispor-Süleyman Hurma ilişkisinde de var. Kayseri’yle Antalya düşüyorsa, Aybaba’yla Hurma da düşmeli. O sıkıntıyı onlar da kulüple paylaşmalı.

Haberin Devamı

Tazminat prosedürü bir dengeye kavuşmalı

Türkiye’de bazı yerli antrenörler, yıllarca yabancılar lehinde bir ayrımcılık olduğu gürültüsünü çıkardılar; sonuç olarak ortada doğru düzgün uluslararası antrenör de bırakmadılar zaten! Ortam tam yerli gezginlerin istediği kıvama geldi, bir yeri bırakıyor hiçbir şey olmamış gibi diğerine geçiyorlar. Onun bıraktığı yere öbürü gidiyor ve bu döngüyle milyonları hesaplarına biriktiriyorlar.
Bendeniz yerlilerin ürettiği bu kakafoniye hiç inanmadım, onlarla sürekli yüz yüze bakıyoruz/arkadaşlık ediyoruz diye adaletsizlik korosuna katılmamaya gayret ettim. Ama şu sıralarda yabancılar lehinde yaşanan bir adaletsizliği de dillendirmenin sırası geldi galiba...
Gazetelerdeki haberlere bakılırsa Mancini’nin Galatasaray’la yollarını ayırmasının kulübe maliyeti 9 milyon euronun üstünde imiş. Tamam Mancini uluslararası değeri olan bir hoca. Tamam, Ünal Aysal’ın kafasına bu sözleşmeyi imzalaması için silah dayamadı. Ama Aysal gibiler de bu kontratları imzalarken biraz daha akılcı davranmalı, dünya futbolunu takip etme şansları yoksa da bilenlere danışmalı.
Bugün dünyada bir antrenörün bir kulüpte bir sezon çalışıp, o yılın sonunda çeşitli sebeplerle yollarını ayırıyor olmasına bu kadar şaşıracak bir durum yok ki! Yabancı bir antrenör, yolunu bilmediği yabancı bir ülkeye geliyor. Adaptasyon sorunu olabilir, doku tutmayabilir. Havasından hoşlanmaz, kültürüne yakınsayamaz. Buna bu kadar olağanüstü bir şeymiş, hocaya ihanet edilmiş açısıyla bakmanın nasıl bir mantığı var Allah aşkına? Kontratlar imzalanırken sanki bu ihtimaller hiç yokmuşçasına davranmak, sözleşmeye 30 milyon lira gibi fantastik tazminat bedelleri yazmanın gerekçesi ne ki sahi?
La Liga’da geçtiğimiz sezonu bitiren 20 antrenörden sadece yedisi bu yılı tamamlayabildi. Premier Lig’de de bu sayı yalnızca sekiz... Mancini bu yılı İngiltere’de veya İspanya’da da geçirse sezon sonu bu ihtimal vardı ve hiç kimse buna çok şaşırmış gibi yapmayacaktı.
Tamam, antrenörlerin hakları bir şekilde güvence altına alınmalı. Cavcav’ın keyfine göre Gençlerbirliği antrenörü değişmemeli. Ama ortada bir hak varsa, iki şeritli olmalı. Kulüpler de bu derece mağdur edilmemeli.

Haberin Devamı

Kurumsallaşma pozu abartılmamalı

Haberin Devamı

Türkiye’de son dönemde “kurumsallaşma” adı altında antrenörlük kurumunu değersizleştirme rüzgarının olması da bir başka büyük problem... Evet kulüplerin mâli olarak doğru yönetilmesi, bütünün mühim bir parçası. Evet, kulüplerde başkanlar, CEO’lar meolar, sportif direktörler mirektörler takım elbiseli kravatlı önemli adamlar var. Ama bir teknik direktörün bir futbol takımındaki önemi, bütün o kravatlıların toplamının beş katı... Aynaya bakıp ne kadar yakışıklı ve kurumsal olduğunuzu düşünürken fark etmediğiniz acı gerçek maalesef bu...
Sizce Atletico Madrid’in organizasyonel şeması harika mıydı? Yoksa Diego Simeone diye bir küçük dâhi gelip her şeyi baştan aşağı mı düzeltti? Klopp geldiğinde Dortmund’un iflasın kıyısında olduğunu anımsıyor musunuz? Liverpool, bugünkü gelişimini havalı yönetimine mi yoksa Brandon Rodgers diye bir genç adamın hayallerine mi borçlu?
Benzer denklemleri Juande Ramos-Dnipro için ya da Hamzaoğlu-Akhisar için de kurabilirsiniz. Futbolda iyi bir antrenörünüz varsa lokomotif odur. Siz diğer vagonları harika dizmiş olabilirsiniz ama lokomotifinizin istikameti hatalıysa vagonlar yanlış adreslere gitmeye mahkumdur.