Bugün, yalnız Türkiye’nin değil, dünyanın da sistemik olarak bir “dolar” tehdidi altında olduğu tartışmasız bir gerçek. Esasında ABD’nin ürettiği temel rezerv para olan doların şu andaki küresel para sisteminin temel zaaflarını barındırarak, merkezdeki (ABD) krizi dünyaya yayan bir virüs olduğunu da söyleyebiliriz.
Şu andaki parasal sistemin temelini, aynı zamanda da, içinde bulunduğumuz krizin dinamiklerini barındıran Bretton-Woods uzlaşısı, 2. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan para sistemini bize anlatır ama Bretton-Woods bir uzlaşma değil, Amerikan dayatmasıydı. Bretton-Woods’da sistemin yeniden yapılanması için, White ve Keynes planları tartışılmıştı. Ancak Amerikan görüşlerini temsil eden White Planı kabul edildi.
White Planı temelde, IMF ve Dünya Bankası gibi kurumların çatısını oluşturacağı ve doların altına karşı konvertibilitesinin korunduğu, dolar merkezli bir ‘sabit kur’ sistemini öne çıkartıyordu. Bu da, çok açık olarak, ABD’nin ekonomik hegemonyasıydı.
Oysa Keynes Planı’nda, bir tür dünya merkez bankası rolü oynayacak birliğin kurulması öngörülmüş ve birliğin temelleri; ‘bancor’ adı verilen ve dünya parası yerine geçecek yeni bir hesap birimiyle ticari işlemlerin yapılmasına dayandırılmıştı. Keynes’in bancoru da altına bağlıydı. Ama karşımıza 1944’te çok daha başka bir para sistemi çıktı ki bu, şimdiki krizin temel nedenlerinden biridir. Tam bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın altına dayalı yeni bir para sistemi önerisi, Keynes’in White Planı karşısında öne sürdüğü para sistemini aklıma getirdi.
Yeni denge...
Ancak tabii ki şimdi 1944’ten çok daha farklı koşullardayız. Bugün gelişmekte olan ülkeler dünya üretiminin önemli bir kısmını gerçekleştiriyor ve dünyanın üretim merkezi Batı’dan Doğu’ya geçmiş durumda. Hatta Doğu, yeni ekonomik çıkışın insan merkezli verimliliğini de oluşturuyor. Beşeri sermaye ve buna bağlı Ar-Ge merkezleri de Batı’dan Doğu’ya kayıyor. Bu durumda, bir kriz taşıyıcısı olan dolara dayalı para sistemi artık dünya için kabul edilemez temel bir sorundur.
Burada, dalgalı kur rejimi uygulayan, açık piyasa ekonomisini temel alan gelişmekte olan ülkeler, dünya merkez bankası yerine geçecek -IMF’nin yeniden kurulması mesela- bir kurumda gelişmiş ülkelerle eşit haklara sahip olabilirler.
Böylece Keynes’in 1944’te önerdiği bancor sisteminin “çağdaş” haline yaklaşmış oluruz. Keynes’in dünya merkez bankası ve dünya rezerv parası olan bancor, tüm para birimlerinin ve altının değerine referans olacaktı. Yani bunların değeri bancor cinsinden belirlenecekti. Dünya Merkez Bankası, bancor karşılığı altın alacak ve açığı olan ülkelere yine bancor ya da altın cinsinden kredi verecekti. Ülkelerin kotaları da dış ticaret ortalamalarına bağlı olarak tespit edilecekti. Ancak bu plan 1944’te kabul edilmedi ve ABD parası dolar altına karşı tek değişim aracı olarak (temel rezerv para) kabul edildi ve Bretton-Woods anlaşmasıyla kurulan IMF ve Dünya Bankası gelişmekte olan ülkeleri dolar bazında borçlandırdılar. Yani -resmi söylemle- ödemeler dengesinde karşılaşılan sorunları giderdiler (!)
Ne yapıyorlar?
Şu an küresel olarak günlük 5.5 trilyon dolar civarında bir döviz piyasası var ve bu piyasa, büyük ölçüde, Londra-New-York merkezli finans-kapitalin denetiminde ve küresel spekülasyona açık... Bugün ABD, dolar üzerinden yeni bir konsolidasyon yapıyor bununla; 1) ABD dışındaki trilyonlarca doları kısa vadeli finansman ve yeniden düzenleme için “içeriye” çekiyor 2) Londra merkezli hedge fonların dolar pozisyonlarını değerlendiriyor ve geleneksel sektörlerde düşen kâr oranlarını telafi ediyor. 3) Türkiye gibi hızla gelişmiş dünyaya (Batı’ya) yetişen ve teknoloji rantını ele geçirerek yeni bir büyüme yoluna girmeye çalışan ülkeleri aşağıya çekerek, yeni bir döviz-borç kriziyle tehdit ediyor. 4) Gelişmekte olan ülkelerin kendi aralarında yaptıkları serbest ticaret anlaşmalarında yerel paraların kullanılmasının önüne geçmeye çalışılıyor ve bu ülkelerde yüksek dolar talebi ve yerel paraların değersizleşmesiyle yeni bir dolarizasyon süreci besleniyor. Bütün bunların anlamı krizin yeniden Batı’dan Doğu’ya ihracıdır.
Ne yapmalı?
Peki, bu durumda Türkiye ne yapmalı? Türkiye, bu küresel tuzağı okumalı. Bu çerçevede, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın altına dayalı yeni bir para sistemi önerisi ve yerel paralarla ticaret çıkışı tarihsel önemdedir. Tam şimdi yeni bir ticaret düzenini ve buna bağlı yeni bir para sistemini yalnız tartışmaya açmakla yetinemeyiz. Çöken ve şimdi bir kriz unsuru olan dolar merkezli Bretton-Woods sisteminin alternatifini uygulamada da oluşturmalıyız. Örneğin yeni birlikler ve bu birliklerin iç işleyişinde oluşturulacak parasal ve ticari düzenlemeler -mesela çağdaş Kliring sistemleri ve yeni birlik içi gümrük düzenlemeleri, altına ve ulusal paralara dayalı bir geçiş sürecini öne çıkartabilir. Bu adımların atılması, hiç şüphesiz ki artık bir önceki yüzyılda kalmış para ve ticaret sistemlerini, ekonomi-politikalarını zamanla devre dışı bırakacağı gibi, AB örneğinde olduğu gibi, kendini yenileyemeyen ve birlik olmaktan çıkan oluşumlarının da yeni alternatiflerini ortaya çıkartacaktır.