13.05.2011 - 19:33 | Son Güncellenme:
ELİF TANRIYAR
Rıfat Ilgaz... “Hababam Sınıfı”nın yaratıcısı... Adını hep büyük bir gülümsemeyle karşıladık, kalbimizde özel bir yer ayırdık. O “Hababam Sınıfı”nın dışında da şiirden romana, öyküden tiyatro oyununa ve anı kitaplarına dek pek çok farklı türde çok sayıda eser yaratmış, kıvrak kalemli, verimli bir yazardı. Mizahın yanı sıra eğitimci ruhunu kattığı çok sayıda çocuk kitabı da yazdı. Bununla birlikte, özellikle gazete yazılarının toplumcu yanı ağır bastığı için hayatı boyunca ‘sakıncalı’ yazar damgasını taşıdı. Bu yüzden yaşamı boyunca türlü çileler çeken Ilgaz, bir yandan da sağlık sorunlarıyla boğuştu. Yine de hiçbir zorluktan yılmadı. Cesaretini, ümidini ve yaşama sevincini kaybetmedi. Her zaman en çok okurlarına ve bu toprağın insanlarına güvendi. Onlar da onun güvenini haksız çıkarmadı.
KÜÇÜK ŞAİR
Rıfat Ilgaz 7 Mayıs 1911’de Kastamonu, Cide’de doğar. Babası Düyun-u Umumiye memurudur, Cumhuriyet döneminde gö- revi inhisar memurluğu olur.
Daha ilkokul yıllarında okumaya-yazmaya ne denli ilgili olduğunu belli eder. Bu konudaki ilk faaliyeti ise kaymakamlığa gelen Kurtuluş Savaşı haberlerini, arkadaşlarıyla birlikte yazıp çoğaltmak olur. Şiir okumalarında hep en önlerde yer alır. Derken Kastamonu’da günlük Açıksöz gazetesinde şiirleri yayımlanmaya başlar. Bu durum o kadar ilgi çeker ki, ortaokulu bitirdiği yaz Kastamonu’ya gelen ve Açıksöz gazetesinde Ilgaz’ın “Sazını Çala” şiirini gören dönemin Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati ile ünlü şair Faruk Nafiz Çamlıbel, bu küçük şairle tanışmak isterler.
Okumaya ve yazmaya meraklı olan Rıfat Ilgaz, liseden sonra üniversiteyi de okumak istemekte, öğretmenleri de onu bu konuda desteklemektedirler. Ancak babasının ölümü onun bu planlarını bozar ve ortaokuldan sonra Kastamonu Öğretmen Okulu’na devam eder. Buradaki yaşam ilerde onun “Hababam Sınıfı” yapıtına esin kaynağı olacaktır. Romandaki Kel Mahmut, Öğretmen Okulu’ndaki müdür yardımcısı Nihat Dicle’dir. O yıllarda okulun en kısa boylu öğrencisi olan Rıfat Ilgaz, yapıtta kendisinden de Güdük Necmi diye söz eder.
Mezun olduktan sonra Gerede’de öğretmenlik yapmaya başlar. Burada tanıştığı genç bir meslektaşıyla, Nuriye Hanım ile 1931 yılında evlenir. Nuriye Hanım’dan “Sarı Yazma” adlı eserinde Necmiye olarak bahsedecektir. Bir yıl sonra bir de kızları doğar. Ancak 1933 yılında askere alınır, eşinden boşanır.
NAZIM’LA ÇALIŞTI
Askerlik dönüşü Akçakoca’da devam eder mesleğine. Bu arada Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat bölümüne sınavla girer. Burada tanıştığı ikinci eşi Rikkat Hanım’la 1939 yılında evlenir. Bu evlilikten oğlu Aydın ve kızı Yıldız doğar. Enstitüyü ise 1938’de bitirmiş ve Adapazarı’na atanmıştır, ancak vereme yakalandığı için öğretmenlik yapamadan İstanbul’da Yakacık Sanatoryumu’na yatar. Eşi Rikkat Hanım’ın da tayini İstanbul’a alınır; hem Karagümrük Ortaokulu’nda Türkçe öğretmenliği yapar hem de üniversitede felsefe okur.
Bu arada savaş başlamıştır; İkinci Dünya Savaşı’nın etkileri daha sonra Rıfat Ilgaz’ın özellikle “Karartma Geceleri” gibi eserlerinde yoğun olarak görülecektir. Bu arada okuldaki bir tartışmaya karıştığı için Nişantaşı Ortaokulu’na sürülür.
Mesleki ve özel hayatında bunlar olup biterken, Rıfat Ilgaz’ın yazarlık kimliği ve ünü de gelişmektedir. Artık bilimsel sosyalizmi temel alan toplumcu anlayışa sahip ‘40’lar kuşağı edebiyatçıları arasında onun da adı sayılmaktadır. Dönemin önde gelen edebiyatçılarıyla yakın arkadaştır. Bu dönemde ilk olarak şiirlerinin yayımlandığı Yürüyüş dergisinin sorumlu müdürlüğünü üzerine alır. Derken, 1943 yılında ilk şiir kitabı “Yarenlik” yayımlanır.
Bir süre şiir tekniğine yeni bir soluk getirdiğine inandığı Nâzım Hikmet ile çalışır. Onun Bursa Hapishanesi’nden gönderdiği şiirleri İbrahim Sabri mahlasıyla yayımlar. Nâzım da Ilgaz’dan umutla söz etmektedir: “Gençlerin içinde çok beğendiğim şairler var, hepsinin ismini aklımda tutamıyorum, isimleri henüz yer etmedi, ama şiirlerini pek beğeniyorum. Şöyle aklımda kalanları, sıra tefriki yapmadan sayayım: Dinamo, Suat Taşer, Rıfat Ilgaz, A. Kadir, Orhan Kemal, Saffet Irgat vesaire...”
2. KİTABI TOPLATILDI
Rıfat Ilgaz’ın ikinci kitabı olan “Sınıf”, onun hayatında beklenmedik bir dönüm noktasını oluşturacaktır. Toplumsal gerçekleri dile getiren, ‘kırmızı’ kapaklı bu kitaba dönemin yönetiminin tepkisi sert olur. Kitap, yayımlanmasından yalnızca 25 gün sonra toplatılır. Ilgaz da polis tarafından aranmaya başlar. O günlerde yaşadıklarını yine daha sonra “Karartma Geceleri” ve “Sarı Yazma” adlı eserlerinde kahramanı Mustafa Ural aracılığıyla anlatacaktır.
Rıfat Ilgaz, bir süre polisten saklansa da, 24 Mayıs 1944’te kendi rızasıyla Birinci Şube’ye teslim olur. Hapishaneden çıktığında hem öğrenciliğini hem de öğretmenliğini kaybetmiştir. Sağlığı da iyice bozulan Ilgaz, Heybeliada Sanatoryumu’na yatar. O sırada, kısa süre sonra Türkiye Sosyalist Partisi’ni kuracak olan Esat Adil Müstecaplıoğlu’nun Gün dergisinde şiirleri yayımlanır. 1946 yılında öğretmenliğe kısa bir süreliğine dönse de, sonunda 1947’de temelli olarak bu şansını ve bununla birlikte sanatoryuma yatabilme hakkını da kaybetmiş olur.
Tüm bunların üstüne eşi Rikkat Hanım ve çocukları siyasi kimliğinden mağdur, hastalığı nedeniyle de perişan olmasın diye, eşinden 1949 yılında ayrılır. Çocukluk aşkı Fikret (“Sarı Yazma”daki İffet) Hanım’la evliliği ise 14 gün sürecektir. Bir sonraki eşi ise Prof. Dr. Günsel Koptagel olacaktır.
Bundan sonraki yaşamı toplumcu siyasal görüşleri savunan yayın kuruluşları çevresinde geçer. Ilgaz, 1940’lı ve 50’li yıllarda yoğun bir şekilde dergicilikle uğraşır. Bu dönemde hükümete ve İran Şahı’na hakaretten tekrar hapse girer. 1950 Af Kanunu’yla çıkar. Daha sonradan Fedailer Mangası adını alacak bir grup aydın, bir çıkan bir kapanan dergilerde yazmaya devam etmeye çalışırlar. Özellikle Rıfat Ilgaz’ın takdir ettiği Nâzım Hikmet’in ana hatlarını ortaya koyduğu toplumcu bir edebiyat anlayışı gelişmiştir. Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Ömer Faruk Toprak, Hasan İzzettin Dinamo gibi yazarların başını çektiği bir akımdır bu.
HABABAM DOĞUYOR
Bu dönemde özellikle Sabahattin Ali ve Aziz Nesin’le birlikte çıkardıkları Markopaşa, Türk siyasi edebiyat tarihinde çok önemli bir yere sahiptir. Mizah yoluyla ülkedeki gidişatı eleştiren yazılara yer veren yayın, kısa sürede büyük ilgi toplar ve iyi bir satış seviyesine ulaşır. Kapatıldıkça Hür MarkoPaşa, Yedi-Sekiz Paşa gibi başka isimlerle tekrar çıkan derginin benzer isimlerle sahteleri dahi türer.
Rıfat Ilgaz; 1956 yılında, İlhan Selçuk’un çıkartmakta olduğu Dolmuş dergisinde ‘Stepne’ takma adıyla “Hababam Sınıfı”nı tefrika olarak yazmaya başlar. Bu romanda okul anılarını dile getirirken eğitim düzenini, öğretim elemanlarını eleştirmektedir. Dergi kapandıktan sonra yeni hikayeleri, bu kez kendi adıyla bir kitapta toplayarak yayımlatmaya başlar.
1961 Anayasası’yla aydınlara baskı döneminin artık son bulduğu düşünülmeye başlamıştır. Ancak Rıfat Ilgaz, savunduğu düşünceler nedeniyle yaşamının daha sonraki dönemlerinde de ağır baskılar görecektir. “Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra” kitabında bu yeni çileli dönemi konu edinir.
1966’da Ilgaz’ın oyunlaştırdığı “Hababam Sınıfı” romanı, Ulvi Uraz Tiyatro Topluluğu tarafından sahnelenir. Aynı oyun 1969 yılında İstanbul Tiyatrosu’nda sahneye konur.
Bu arada özel hayatında yine bir değişiklik vardır. 1970 yılında yazar Afet Muhteremoğlu ile evlenir ve 1971’de kızları Defne doğar. Aynı yıl Sınıf Yayınları’nı kuran Rıfat Ilgaz, kendi kitaplarını yayımlamaya başlar.
Rıfat Ilgaz romanlarının çoğunu, politik romanlar açısından özellikle zengin ve verimli olan ‘70’li yıllarda yazar. Ve her zaman toplumcu gerçekçi çizgisini korur. Ancak daha sonra öykücülüğü özellikle mizah üstüne gelişir. Yaşamının son dönemlerinde ise anı romanlarının yanı sıra; eğitimcilik kimliğinden de gelen ruhla, çocuk edebiyatına yönelecektir.
Beyaz perde uyarlaması ilk denendiğinde sansüre takılan “Hababam Sınıfı”, Umar Bugay’ın senaryosuyla sansürden geçer ve Ertem Eğilmez’in yönetmenliğinde çekilir. Fakat yazar bu durumdan hoşnut değildir; çünkü sansürden geçmeyi başaran senaryo, romanın bütün toplumsal eleştirilerinden arıtılmış ve sadece eğlencelik bir komedi haline getirilmiştir. Filmin başarısından sonra altı devam filmi daha yapılır.
70’İNDE GÖZALTI
1974’te emekli olan Ilgaz, Cide’ye yerleşir. Zaten bir süredir eşinden ayrı yaşamaktadır. “Sarı Yazma”, “Yıldız Karayel” romanlarını Cide’de yazar. Cide Postası, Bartın gazetelerinde güncel konuları, yerel sorunları ele alan yazıları yayımlanır. Halkevi çalışmalarına katılır, çocuklar için yazdığı bir oyun sahnelenir.
12 Eylül döneminde Cide’de bulunan Rıfat Ilgaz sürekli tehdit ya da rahatsız edilir. Bir gece “Yıldız Karayel” romanını yazmaktayken gözaltına alınır. Gözleri bağlanarak ve zincirlenerek merkeze kadar yürütülen 70 yaşındaki yazar, Kastamonu Et Balık Kurumu mezbahasından bozma hapishaneye konur. Tüm bu olayların ardından oğlu Aydın Ilgaz ile yaşamak üzere İstanbul’a döner.
Öncelikli olarak şiir ve öykü olmak üzere yazmaya devam eder. Adına etkinlikler ve festivaller düzenlenir. Fikri Sağlar’ın Kültür Bakanlığı döneminde devlet tarafından bir çeşit itibar iadesi olacak şekilde Kültür Bakanlığı plaketiyle ödüllendirilir. “Yıldız Karayel” kitabı, Madaralı ve Orhan Kemal roman ödüllerini kazanır. Kastamonu’da bir sokağa onun adı verilir. İstanbul’da, Ankara’da, Kastamonu’da, Bartın’da, Cide’de, Karabük’te imza günlerine katılır; onuruna törenler düzenlenir. Onunla tanışmak isteyen okurları uzun kuyruklar oluşturur.
Ancak artık yorulmuştur ‘koca çınar’. 1993 Haziranında Kastamonu ve ilçelerinde bu tür etkinliklere son kez katılır. Bir hafta sonra meydana gelen Sivas Olayı onu çok derinden etkiler. Bu kanlı olayla ilgili olarak Cumhuriyet gazetesine yaptığı değerlendirmede, ruh halini “Artık yaşam yalama oldu... Hiçbir şeye inanmıyoruz” sözleriyle dile getirecektir. Her zaman halkının yanında, onun çilelerine ortak olan ve bu uğurda yaşamı boyunca türlü zorluklara katlanan büyük yazarın onurlu yaşamı, 7 Temmuz 1993’te noktalanır.
“Hababam Sınıfı Dokuz Doğuruyor” Ilgaz’ı neden kızdırdı?
“O yıllarda üst üste yapılan filmlerden sonuncusu, ‘Hababam Sınıfı Dokuz Doğuruyor’du. Bu film üzerinde biraz durmak istiyorum; çünkü babamın çok kızdığı bir konu vardı bu filmde. Kel Mahmut adından dolayı ilk filmde sorun çıkaran sansür kurulu, bu filme hiç fütursuz izin vermişti. Bu, belki de o kurulun çok büyük bir gafletiydi. Dünyanın hiçbir ülkesinde yatılı bir okulda bebeği olan bir kişinin bebeğine bakılmaz, o çocuk o okulda büyütülmez. Bu, hukuk bakımından da, pedagoji bakımından da, mantık olarak da çok yanlıştı. Ben bunu yıllar sonra bir yerde anlatırken, Müjde Ar bu düşüncenin kendisinden çıktığını ve bu öneriyi Ertem Eğilmez’e kendisinin getirdiğini söyledi. Aklımda kaldığına göre, Ar’ın bu düşüncesine de başka bir film kaynaklık etmiş. Bir Katolik okulunda böyle bir olay olmuş ve bunun üzerine İspanya’da büyük tartışmalar çıkmış; sonra da bu tartışmayı konu alan bir film yapılmış. Müjde Ar da o filmi Londra’da izledikten sonra etkilenip, Ertem Eğilmez’e bildirmiş. Bunun üzerine de, ‘Hababam Sınıfı Dokuz Doğuruyor’ yapılmış.”
(Aydın Ilgaz’ın “Sınıf’ın Efsanesi” adlı kitabından)