20.09.2016 - 02:30 | Son Güncellenme:
Behram Cem
İlk romanınız ‘Yarın Yarın’dan bu yana 40 yıl geçti. Uzun bir süre elbette ama sizin yazarlık kariyerinizde uzun süren sessizlikler de yabana atılacak gibi değil. 10 yılın ardından ‘Sadık Bey’ geldi. Neden bu uzun aralar? Uzun soluklanmalar mı, küslükler mi sizi okurlarınızdan uzaklaştıran?
Küskünlükler demeyelim de son 20 yıldır ülke olarak yaşadıklarımız insanı umutsuzluklara sürüklüyor. “Yazmanın ne anlamı kaldı?” diye soruyorsun kendine. Ara sıra için sönüyor. Ayrıca çok çetin sağlık sorunlarıyla da uğraştım, dayanılmaz fiziksel acılar çektim. Bunlara dayandıktan sonra da yeniden yaşama tutunmak için elimde kalemimden başka bir şey olmadığını anladım.
‘Sadık Bey’ okuru her an merak içinde tutan bir roman. Kitabın çıkış noktası neydi? Bir karakterden mi yoksa bir olaydan mı çıktınız yola?
Genellikle olaydan yola çıkarım, ama bu kez karakterden yola çıktım. Yolculuk epey sürdü, bayağı zorluydu ayrıca...
Bir intikam hikâyesi mi?
Hayır, yalnızca bir intikam hikâyesi olarak ele alınamaz. Bir yıkılış hikâyesi demek daha doğru.
Sadık Bey kim? Tanıdığınız biri mi, toplumsal bir metafor mu? Geçmişiyle, ilişkileriyle, hayalleriyle ve kaderinin onu getirdiği noktayla neyi ve kimi temsil ediyor?
Tanıdığım birçok kişinin bir karışımı... Dolayısıyla toplumsal bir metafor olarak da düşünülebilir. Kendi kendisini gerçekleştirememiş ve bunu zamanında fark edememiş bir insan. İlk romanım ‘Yarın Yarın’da da kendi kendisini gerçekleştirememiş iki kişiyi işlemiştim. 40 yıl sonra aynı temaya dönmemin sebebi belki de bu ülkenin bir türlü kimliğini bulamamasıdır.
Romanın önemli bir bölümünde Sadık Bey’in gençliğine dönüyoruz ve hem onun farklı bir yüzünü hem de aslında Türkiye’nin unutulmaya yüz tutmuş bir portresini görüyoruz. ‘70’lerin bu anlatı bağlamında nasıl bir önemi var sizin için, neden o yıllara özel bir vurgu yaptınız?
70’li yıllar hem benim hem Türk toplumu hem de Sadık Bey için belirleyici olmuştur. ‘Yarın Yarın’, ‘Küçük Oyuncu’, ‘Bir Deli Ağaç’ adlı yapıtlarım da 70’lerde geçer. Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu acıklı durumun tohumları hep o yıllarda atılmıştır bence.
Teknik bir arayışın peşine düştünüz mü, yoksa kendiliğinden mi gelişti her şey?
Romanın büyük bölümü Sadık Bey’in gözünden anlatılmakla birlikte araya mesafe koyan, hatta eleştiren bir üçüncü göz de var. Her bölümün ayrı bir başlığı olması olaylara dışardan bakma etkisini pekiştiriyor.