10.11.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:
BUKET AYDIN - PAZARDAN PAZARA
Bu hafta Dr. Alp Sirman ile yeni çıkan ilk kitabı “İnsanlık Sendromu”nu konuşmak için bir araya geldim. Kendisi Twitter’da birçok ünlü ismin belalısı ama gerçek hayatta Twitter’daki tarzından eser yok. “Her şeye karşısınız, herkes sizi engelliyor. Çok düşman edindiniz. Ne düşünüyorsunuz?” diye sorduğumda, “Ben gazeteci zihniyeti ile tıbba yaklaşıyorum” diyor ve ekliyor: “Doğruları sorguluyorum bunu Alp olarak yapsam belki hadsizlik olur ama Alp olarak yapmıyorum, kaynak gösteriyorum. Savunduğum şeyler benim fikrim değil, hepsi bilimsel çalışma”. Kitap çıkalı birkaç gün oldu ama çok talep görüyor. Ben bir imzalı kitabı zor kaptım; onu da söyleyeyim. Alp Sirman’la hem yeni kitabını konuştuk hem de çağımızın sahte hastalıklarını... Umarım keyif alırsınız... İyi pazarlar
Sosyal medyada çok aktifsiniz ve neredeyse diğer doktorların söylediği her şeye karşı çıkıyorsunuz.
Evet, ama ben hiçbir zaman kendi fikrimi anlatmıyorum. Ya oturacaksınız araştırma yayınlayacaksınız ya da güncel araştırmaları okuyacaksınız ve onu paylaşacaksınız. Televizyonda da benim kızdığım şey bu. Televizyonda konuşmak kadar kolay bir şey yok. İstediğinizi söylersiniz. Ama televizyonda söylenen her şeyin referansının verilmesi gerekiyor. Çünkü biz birçok insanın hayatını etkiliyoruz bu şekilde. Bir kuyuya taş atıyoruz ve o attığımız taş insanların sağlığını bozabiliyor. Canan Karatay’a bu yüzden çok tepki gösteriyorum. Doğruları ve yanlışları harmanlıyor mesela. Doğru başlıyor cümleye diyor ki; “Şeker zararlıdır”. Arkasından “D vitamini alırsanız immün sisteminiz düzelir, aşıya gerek yok” diye devam ediyor. Bu olmamalı.
Siz vitaminlere de çok sıcak bakmıyorsunuz. Neden?
Vitamin ve supplement (besin takviyesi) endüstrisi diye bir şey var. Pek gündeme gelmiyor ama bu aslında dünyada çok ciddi bir sorun. Çünkü bitkisel ilaç ya da vitaminlerin hiçbir denetimi yok. Ne etkisi ne yan etkisi ne de öldürücü dozu var mı bilinmiyor.
Neden denetlenmiyor?
Çünkü besin kategorisinde. Amerika ve Kanada’da bir araştırma yapıyorlar. Kanada da bu vitaminlerin yüzde 60’ının etiketle içeriği tutmuyor. Yüzde 30’u tümden sahte. New York’ta da sadece yüzde 21’inin içerikleri tutuyor.
Sebzelerden gerekli vitamini alabilmek için onlardan kilolarca yememiz gerekiyor ya; bunun yerine hap haline getirilmişini almamızın ne sakıncası var?
Mesela brokoli ekstresi... Piyasada 100 kilosunu 2 bin 500 dolara (14 bin 406 TL) satıyorlar. Brokoli ekstresi dediğiniz şey onların tahta kaşıklarla karıştırılıp, kurutulması değil. Brokolileri bildiğiniz solventlerin (çözücü) içine koyuyorlar, çözüyorlar ve solventi uçuruyorlar. Elde ettikleri solüsyonu kristal hale getiriyorlar. İşte ona brokoli ekstresi deniyor. Ama bu bir ilaç değil, kimyasal bir karışım. Siz onu aldığınızda neye etki ettiğini de bilmiyorsunuz. Toplamdaki satış fiyatı 950 bin lira. Yani 14 bin 406 TL’ye Türkiye’ye getirdiğiniz bir ürünü toplamda 950 bin liraya satıyorsunuz. Ve bunları satabilmek için sahte hastalıklar uyduruluyor. Candida salgını var deniliyor.
Başka sahte hastalıklar hangileri?
Ben genel tanımlama yöntemini söyleyeyim. Şimdi en çok rastlanan şikayetleri alt alta yazarsınız. Güçsüzlük, karında şişkinlik, boyun ağrısı, depresyon, ödem gibi. Sonra bütün bu şikayetleri bir hastalığa bağlarsınız. Candida dersiniz, kronik lyme dersiniz, arkasından bunların normal tıp yöntemiyle tanısının koyulamayacağını söylersiniz, hikayesini de yazarsınız. Sonra “Candidayı tespit etmek için bir bardak suya tükürün” dersiniz. Peki, siz o tükürük testinin aslında bir probiyotik üreticisinin reklamı olduğunu biliyor musunuz?
Hayır!
Kimse bilmiyor ben de bunu, bu saçmalık nereden çıktı diye araştırdığım için buldum. Bu yetmez tabii daha sonra “Sizden bir miktar dışkı alalım, sonrasında sizi bir teste sokacağız” diyorlar. Size bir test kağıdı veriyorlar. Candida zirvelerde çıkıyor. O sonuçların arasında makinenin markası yazıyor. Bir internet sitesinde vardı geçenlerde 1800 liraya satıyorlar. Test 800 lira sadece. Makine aslında hiçbir şey yapmıyor. Herkese random sonuçlar veriyor.
Herkes de candida olması olasılık dahilinde olamaz mı?
Candida eğer bir insanın bağırsaklarında varsa o insanın candidadan daha önemli sağlık problemleri vardır. Mesela kemoterapi görüyordur. İmmün sistemi çökmüştür. Ya da HIV’dir, bütün bağışıklık sistemi çöker, candida o zaman çıkar.
Peki ne yapılmalı?
Candidadan mı şüpheleniyorsun; örneğini alırsınız, mikrobiyolojide incelersiniz var mı yok mu diye. Şimdi son moda lyme hastalığı. Candida da Allahtan tedavi ucuz; “Şunu ye bunu yeme” diyorlar. Lyme için yaptıkları şey sürekli antibiyotik vermek. “Isı makinasına sokacağız, mikropları öldüreceğiz” diyorlar. O yetmiyor “Şimdi seni titreşim makinasına koyacağız, seni titreştireceğiz mikropları öldüreceğiz” diyorlar.
Türkiye’de mi yapılıyor bu?
Türkiye’de de tüm dünyada da yapılıyor. Ve o çok güler yüzlü gördüğünüz insanlar yapıyor bunları.
Peki, siz bu bilgiye nereden sahipsiniz?
Ben sadece makalelere dayalı yanıtlar veriyorum. 30 bin kişi izliyorsa beni sosyal medyada, demek ki insanların bilgiye de ihtiyaçları var diye düşünüyorum. Bilgi derliyorum sadece, ticaret yapmıyorum. Kendimi hiçbir zaman öne atmaya çalışmıyorum sadece bilgi paylaşıyorum. Benim içimde belki bir haberci var. Çünkü bu yanlış ve bunun doğrusunu yazmalıyım diye düşünüyorum. Bunu bir doktor olarak yazmıyorum, konuyu bilen biri olarak yazıyorum.
“İnsanlığın el kitabını hazırlamak istedim”
Yeni kitabınız “İnsanlık Sendromu”nda neler anlattınız?
Mesela iş yerlerinde yöneticileri anlatıyorum. Bağırıyorlar, çağırıyorlar, “Sen inovatif değilsin, şöyle değilsin” diyerek. Ben de diyorum ki sizin bu insanlardan inovasyon beklemeniz için; bu insanlara iyi maaş vermeniz gerekiyor. Bu insanlara iyi koşullar sağlamanız gerekiyor, baskı kurmamanız gerekiyor. İyi yemekler vermeniz gerekiyor. Mesai saatleri ile beyinlerini yememeniz gerekiyor diye anlatmaya çalışıyorum.
Neden bir doktor olarak “İnsanlık Sendromu” kitabını yazma ihtiyacı duydunuz? İnsanlık sendromu nedir? Ben açıkçası direkt sağlık konusunda bir kitap yazacağınızı düşünmüştüm.
“İnsanlık Sendromu” editörümüz Temel Bey’in bulduğu bir isim. Sendrom birçok belirtinin bir araya gelerek oluşturduğu durumun adı. İnsanlık sendromu ise insanlığı oluşturan şeyleri bir araya getiren bir durum. İnsanın el kitabını hazırlamak istedim. Bir iş yerine insan aldığınız zaman onun nasıl bir ortamda çalışacağını ya da belediyeler, yönetimler olarak nasıl bir şehirde yaşaması gerektiğini göz ardı ediyorsunuz. İş yerine bir bilgisayar aldınız diyelim; onu gidip de bir musluğun yanına koymazsınız, üzerine su sıçrar, bozulur diye. Ya da kaçak elektrikle prize takmıyorsunuz. Ama o iş yerine her ay bilgisayar parası ödediğiniz bir insanı aldığınız zaman; bu insanı en zor koşullarda çalıştırmaya çalışıyorsunuz, bu insanı en kötü şekilde besliyorsunuz ve bu insanın başına insanın davranışlarından hiç anlamayan bir insan kaynakları yöneticisi koyuyorsunuz. Makinelere gösterdiğimiz özeni insanlara göstermiyoruz.
Alp Sirman’ın ilk kitabı “İnsanlık Sendromu” Hümanist Kitap’tan çıktı.
Twitter’dan takip ettiğim kadarıyla kavgalı olduğunuz çok kişi var. Neden bu kadar düşman edindiniz?
Doktorlar, politikacılar, gazeteciler… “Bunu bunu söylüyorsun ama o böyle değil” diyorum. Referansı koyuyorum, onlar da engelliyor. Ben Alp olarak bir şey söylemiyorum kimseye, Alp olarak bir şey söylemeye de hakkım yok. Ben kim vurduya gidiyorum, aslında bireysel olarak bir şey anlatmıyorum. Okuduğumu hatırlayan bir insanım; avantajım bu. Mesela sigara konusu da çok önemli ama diyorum ki egzoz gazının ve fosil yakıtların oluşturduğu kirlilik çok daha fazla ve herkesi ilgilendiriyor. LÖSEV’le çatışıyorum mesela. LÖSEV’in başkanı da beni engelledi.
Neden engelledi?
Egzoz gazındaki benzen löseminin kesin etkeni, artık ortada. Kendisine “Bunca orman yok ediliyor, sesiniz çıkmıyor, yanlış trafik modeli yapılıyor, bu çocuklar trafiğin içinde kalıyor bütün gün, hiç sesiniz çıkmıyor. Ama bu çocuklar lösemi olduktan itibaren siz bu çocuklarla poz verip, para topluyorsunuz. Bu bence samimi değil, bu konularla da uğraşmanız gerekiyor” dediğim için.
Sağlığımız giderek bozuluyor, yediğimiz, içtiğimiz şeyler dışında da buna sebep olan unsurlardan sıkça söz ediyorsunuz.
Gittikçe hastalıklar artıyor tabii. Ama ben burada devlet politikalarına da dikkat çekmek istiyorum. Şöyle ki her şeyden kişileri sorumlu tutuyorlar. “Ispanakları iyi yıkayın, iyi ayıklayın” diyorlar mesela. Hayır, sen o ıspanağın benim önüme temiz ve ayıklanmış olarak gelmesini sağlamak zorundasın. “Yanlış besleniyorsun, o yüzden obezsin!” Hayır, sağlıklı beslenmeye erişim pahalı olursa, şehir yürünebilir bir şehir olmaktan çıkarsa, yeşil alanlar yok edilirse olacağı bu… Londra Belediyesi 2017 raporuna göre; yeşil alanlara 1 pound harcadığınız zaman sağlık giderlerinden 3 pound düşürebiliyorsunuz. Hastalıkları önlerseniz ancak anlamlı olur.
Glüten hassasiyeti diye bir şeyin olmadığını iddia ediyorsunuz. Glüten iddia ettiğiniz gibi zararlı değilse zararlı olan ne?
Glisofat! 70’li yıllardan beri tarım ilacı üreten bir firmaya ait, şimdi de daha büyük başka bir firmaya satıldı. Bu firmanın ürettiği ilaçlardan bir tanesi ayrık otlarını öldürüyor. Bir ot ayrık otu, biri de sizin ektiğiniz. İkisini birbirinden ayıramaz değil mi bir kimyasal? İkisi de ölür üzerine döktüğünüz zaman. Şeytanca fikir de bu zaten; kendi tohumlarını bu ilaçtan etkilenmeyen bir genetikle üretiyor. O nedenle sadece ayrık otu ölüyor ve bu verimi çok artırdığı için de kullanılmaya başlıyor. İlk çıktığında yan etkisi yok diye biliniyordu. Ancak lenfomaya yol açtığı ortaya çıktı.
Tarım ilaçlarından kurtulmak için karbonatın yüzde yüz olmasa da işe yaradığı iddia ediliyor. Doğru mu?
Doğru ama bunu söylemek yanlış bir çözüm. Bizim önce söyleyeceğimiz şey; “Belediyeler bunu sıkı denetlesin” olmalı. Öncelikle sizin önünüze gelen yiyecek denetlenmeden gelmemeli. Karbonat deyince sanki çözüm oymuş gibi algılanıyor. Bütün sebzelere ya da bu tür ürünlerin hepsine laboratuvar kontrol kağıdı koysunlar. Esas sorunu o sorunu yaratan etkenleri çözerek gidermek gerekir diye düşünüyorum.
Veganlığa neden karşısınız? Sık sık veganlarla da kavga ediyorsunuz çünkü.
Ben veganlığa karşı değilim. Ama veganlık da bir tür inanış. Tamam, tabii ki hayvanlar öldürülmesin. Ama veganlık insanın doğasında yok. Neandertal döneminin biraz öncesine gidelim. Bir kişinin hava da soğuk olduğu için ihtiyacı olan kalori erkeklerde 4 bin 400 kadınlarda 3 bin. Kadın hamileyse daha da fazla. İki tane de çocukları olsa günlük 14 bin 400 kaloriye ihtiyaçları var. Şimdi bu insanlar vegan olsalardı; bunu sağlamaları imkansızdı. Vegan olarak bizim insanlığı yürütmemize imkan yoktu. Zaten o zaman vegan olanlar, dümdüz gidenler şu anda hala iletişim kurmak için birbirlerine muz atıyorlar ağacın tepesinde. Beynimizin gelişmesi de enerjiyle alakalı. Veganlar takviyeler olmadan yapamıyorlar.