29.01.2017 - 02:30 | Son Güncellenme:
Gizem Coşkunarda / gizem.coskunarda@milliyet.com.tr
Ankara’nın Altındağ ilçesinde yer alan 8 bin nüfusa sahip Önder mahallesine gitmek için yola çıkıyoruz. Aldığımız bilgi burada birbirine bağlı birçok sokakta artık sadece Suriyelilerin yaşadığı, işyeri açtığı, Türklerin ise bu mahalleye “Küçük Halep” ismini verdiği yönünde. Altındağ’a varır varmaz yolda sokağı temizleyen bir belediye çalışanına Küçük Halep’e nasıl gideriz diye soruyoruz, işçi bir an bile tereddüt etmeden yolu tarif ediyor.
Düz devam edip sağlık ocağından sonra sağa döneceğiz. Yıkık dökük binalardan ve gecekondulardan oluşan yoksul bir mahalledeyiz. Sağlık ocağının tabelaları hem Türkçe hem Arapça yazılı. Küçük Halep’te el değiştirmeyen birkaç Türk dükkanını saymazsak Türkçe yazı gördüğümüz son tabela sağlık ocağı oluyor.
“Nüfusun yüzde 90’ı Suriyeli”
Mahalleye girer girmez sağlı sollu genellikle kırmızı ve sarı renklerden oluşan tabelalarla karşılaşıyoruz. Lahmacun dükkanı, tatlıcı, uyducu, terzi, market, berber, kasap, dönerci, mahalle kahvesi, hatta araba galerisi... Foto muhabir arkadaşım Yavuz Özden’le Türkçe bilen birisini bulmak amacıyla önce bir bakkala giriyoruz fakat dükkandakilerle zar zor anlaşıp birer su alıp çıkıyoruz. Sonra Ankara’nın göbeğinde Türkçe konuşan birini bulma çabamız kendimizi Gaziantep’ten Halep’e geçmişiz gibi hissettiriyor. Bu Türk olabilir dediğimiz herkes Arapça konuşuyor. Mahallenin sonuna doğru Türkçe yazılı kiralık ev ilanları asılı bir emlakçı bulsak da içeri “Türkçe biliyor musunuz?” diye tereddütle giriyoruz. 20’li yaşlarındaki Ali bize gülerek “Türküm ben, buyurun” diye cevap veriyor.
“Kiralar 250 liradan başlıyor”
Emlakçılık yaptığı için mahalleyle ilgili birçok bilgi ediniyoruz Ali’den. Doğup büyüdüğü mahalleyi ve buradaki dönüşümü şöyle anlatıyor: “İki yıl önce Suriyeliler gelmeye başladı. Zaten kalabalık geldiler, hepsinin en az dört çocuğu var. Bir süre sonra da akrabalarını getirmeye başladılar ve zamanla mahallenin yüzde 90 nüfusuna sahip oldular. Ben bu mahallede doğdum büyüdüm. Herkesin birbirini tanıdığı, iyi komşuluk ilişkileri olan bir yerdi. Biz Mamak’a taşındık, buradaki dedemin üç katlı binasını da Suriyeliler’e kiraya verdik. Burada oturan herkes evini kiraya verdi gitti. Neredeyse hiç Türk kalmadı. Bir tane Türk kasabı, onun çaprazında da Türk bakkalı var. Aşağıda bir de Türk kuaför kaldı. Yaşayan Türkler bu dükkanlardan alışveriş yapıyor. Suriyeliler de kendi dükkanlarından...” Ali, Suriyelilerin açtığı dükkanlarda vergi levhası ve yazar kasa olmadığını, vergi ödemediklerini iddia ediyor.
Günden güne kalabalıklaşan Suriyelilerin hepsinin aynı olmadığını, aralarında durumları iyi olanların da bulunduğunu söyleyerek devam ediyor Ali sözlerine: “Evlerde minimum yedi kişi kalıyorlar. Evin eli yüzü düzgünse kirası 450 lira. 250’ye, 300’e de ev bulabiliyorlar. Sobalı bu evler. Bir de orada doktor ya da avukat olanlar var. Onlar parayla geliyorlar ve düzgün evde oturmak istediklerini söylüyorlar. Bin liraya güzel evler tutabiliyorlar.”
Geleneksel lezzetler mevcut
Ali’den edindiğimiz bilgilerden sonra mahalleyi dolaşmaya devam ediyoruz. Sokaktaki herkes Arapça konuşuyor. Yanımızdan peçeli kadınlar ve kandura giyip başına kefiye bağlayan adamlar geçiyor, bir düzine çocukla birlikte. Her mahallede en az iki tane tatlıcı bulunuyor. Ürünlerinin Halep’in meşhur tatlısı olduğu söyleniyor. Lokma gibi kızgın yağda göz önünde pişriliyor, şekli burmaya benziyor. Diğer tatlı dükkanlarında baklava ve şerbetli tatlılar yer alıyor. Canınız kış günü dondurma isterse onu da bulabiliyorsunuz. Lahmacun ve kebap en favori yiyeceklerden. Bakkal dükkanlarında koliler raf işlevini görüyor. Göze hitap eden bir yer bulmak mümkün değil.
Bir mahallenin köşesinde yer alan adı tabelada hem Arapça hem Türkçe yazılı bir berbere giriyoruz şansımızı denemek için.
“Hırsızlık mı yapsınlar?”
Burada da bir Suriyeli karşılıyor bizi ama Türk olduğumuzu öğrenince ustasını çağırıyor ve Necati Bilgin’le tanışıyoruz. Buradaki sayıları bir elin on parmağını geçmeyen Türklerin aksine hiç şikayetçi değil mahallenin durumundan Necati Bilgin. “Yoksulluk çekmeyen, sokakta yatmayan bu durumdan tabii şikayetçi olur” diye başlıyor sözlerine. Yanında bir Suriyeli kalfası, iki de ilkokul çağında Suriyeli çırağı mevcut. “Ben her gün onlara ekmek alamam belki ama burada para kazanarak evlerine bir ekmek götürebiliyorlar. Bu çocukların babaları savaşta ölmüş. Yetim çocuk başı boş bırakılmaz, hiç değilse benim yanımda bir meslek sahibi olacaklar. Kimse ekmeğini bölüşmek istemiyor. Bu insanlar çalışmasa, hırsızlık yapsa, çalıp çırpsa daha mı iyi?” diye soruyor Bilgin. Dükkanında tıraş olmak için gelen Ahmet beyle tanıştırıyor bizi. “Bu adam kendi ülkesinde avukatmış. Burada yasalar, düzen farklı, çalışamıyor. Kim ister kendi refahını bırakıp sığıntı olmayı. Bu kadar da kötü olmaya gerek yok” diyor.
Bilgin’in çıraklarının demlediği çayımızı içtikten sonra mahallede son bir tur atıyoruz ve bazı dükkanlarda ve evlerde asılı olan Türk bayraklarını soruyoruz; “Bütün komşularımız Suriyeli. Bizler arada birkaç daire ve dükkan Türk kaldık. Kendimizi belli etmek için bayrağımızı asıyoruz” diyor Türk kuaförüne gelen Hanife hanım. Mahallenin çıkışında gördüğümüz gecekondunun çatısına boyayla çizilmiş ay yıldız ise mahallede yaşanan dönüşümün özeti oluyor...
Suriyeli kadınlar Türk kuaförleri tercih ediyor
Mahallede kalan son Türk kadın kuaförünün kapısını çaldık. Kuaföre gelen Türk müşteriler “Çok az Türk komşumuz kaldı herkes taşındı” diyor ve Suriyeli kadınların çok bakımlı olduklarını ve devamlı kuaföre gittiklerini söylüyorlar. Kuaförün bir çalışanı ise civarda çok fazla Suriyeli kadın kuaförü olmasına rağmen Suriyeli kadınların kendilerini tercih etmelerini şöyle açıklıyor; “Alışveriş içinde oldukları tek Türk dükkan biziz. Bakkala kasaba gitmezler. Kendi kuaförleri röfleyi hala bone tekniğiyle yapıyormuş. 20 yıl önce yapılırdı Türkiye’de. Geriden geldikleri için onları beğenmiyorlar bize gelip paket röfle yaptırıyorlar. Çok bakımlılar ama çok pazarlıkçılar. Pazarlık etmeden hiçbir şey yapmıyorlar.”