23.08.2014 - 02:30 | Son Güncellenme:
Türk dış politikasına son beş yılda yön veren Ahmet Davutoğlu, daha aktif siyasete atılmadan 2001 yılında yayımladığı ‘Stratejik Derinlik’ adlı kitabında siyasetinin ana temelini oluşturmuştu. ‘Stratejik Derinlik’te Davutoğlu, Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrasında değişen güçler dengesinde yeni bir rol oynamak mecburiyetinde olduğunu anlatıyor.
Türkiye’nin etkin bir ülke konumuna gelebilmesi için siyasi elitlerinin ‘tarih-mekân-kimlik çelişkilerini’ gidermek zorunda olduğunu ileri sürüyor. Davutoğlu’na, Osmanlı Devleti’nin sömürgeci güçlerle yüz yüze kaldığı savaşlar ve bunalımları miras alan Türkiye Cumhuriyeti, dış politikasını kıtasal mücadele alanlarına girmemek ve kendi varlığını milli sınırlar içinde güçlendirerek korumak üzerine kurdu. Ancak bu politika, Soğuk Savaş sonrası yeni paradigmaya uymamaktadır...
Elitler ve medeniyet çevresi
Davutoğlu, siyasi elitlerin Türkiye’yi Avrupa’ya entegre etmeye çalışırken Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar’dan oluşan yakın jeokültürel çevresi ile yabancılaşmaya ittiğini söylüyor. Davutoğlu’na göre, Türkiye’deki en temel çelişki “bir medeniyet çevresine siyasi merkez olmuş bir toplumun, siyasi elit tarafından başka bir medeniyet çevresine iltihak etme iradesi esas alınarak şekillenmiş siyasi sistem arasındaki uyum problemidir”. Ona göre, “Osmanlı Devleti’nin yedi yüz yıllık birikiminin varisi olarak görülen Türkiye, Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya’dan oluşan yakın kara havzasındaki insanlar için hâlâ bir siyasi merkez olarak görülmekte.”
Aktif dış politika
Kıbrıslı Türklerin Anavatanın güvenlik şemsiyesi altında bulunma arzusu, Balkanlar ve İran-Irak Savaşı sonrasında gelen göçler, Azeri-Ermeni çatışmasında Nahcivan’ın Türkiye’den korunma isteğinde bulunması da buna örnek. Kitapta, devamlı kırmızı çizgiler belirleyip bunları korumaya çalışan pasif bir dış politika değil etkin ve aktif bir dış ilişkiler stratejisi yaratılması savunuluyor. Türkiye’nin tarihi ve organik bağlarının yüklediği sorumluluklarla kademeli olarak çevresindeki havzalara açılarak bölgesel bir güç olması gerekiyor. Türkiye’nin köprü değil, merkez bir ülke olduğu tezinin belkemiğini oluşturuyor.
1- YAKIN KARA HAVZASI
Önce tarihi yakın çevre
‘Yakın kara havzası’ Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkasları kapsamaktadır. Davutoğlu’na göre, Türkiye hem tarihi hem de coğrafi konumu itibariyle bu havzanın ayrılmaz bir parçasıdır. Türkiye Batı Avrupa ile bütünleşme ve ABD ile ilişkilerinin cazibesiyle bu yakın havzaya yabancılaşma hatasına düşmüştür.
Balkanlar:
Davutoğlu’na göre, “Türkiye’nin Balkanlar’daki siyası etki temeli Osmanlı bakiyesi Müslüman topluluklardır”. Türkiye şu anda Balkanlar’da Osmanlı mirasına dayalı tarihi birikimin sağladığı önemli imkânlara sahip görünmektedir. Öncelikle Türkiye’nin tabii müttefikleri konumunda olan Müslümanların çoğunlukta olduğu Bosna ve Arnavutluk’ta bu ortak tarihi birikimi tabii bir ittifak haline döndürme iradesi ortaya çıkmıştır. Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya, Sancak, Kosova ve Romanya’daki Türk ve Müslüman azınlıklar ise Türkiye’nin Balkan politikasının önemli unsurlarıdır.
KAFKASLAR:
Kafkaslar’da Sovyetlerin dağılması ile etnik ve dini farklılıklar yüzeye çıkmış, ekonomik alanda da doğal kaynaklar bakımından zengin bölgeye ABD, İngiltere, Almanya ve Japonya gibi ülkelerin de müdahil olmuş, uluslararası şirketler devreye girmiştir. Geri kalan Türkiye çok yönlü bir Kafkaslar politikası kurmak zorundadır. Kafkaslar, Doğu Anadolu ve Körfez-Doğu Akdeniz hattını kapsayan Kuzey Ortadoğu jeopolitik olarak; Azeri petrolü, Doğu Anadolu’nun su kaynakları ve Kuzey Irak petrolleri de jeoekonomik olarak bir bütünlük arz etmektedirler.
ORTADOĞU:
Türkiye, bölge ile olan ilişkilerini yeniden ve köklü bir şekilde değerlendirmek zorundadır. Hem Avrupa’dan hem de Ortadoğu’dan kopan bir Türkiye’nin bölge ve kıta ölçekli politikalarda başarılı olabilmesi mümkün değildir. Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkinin üçüncü taraflara yönelik olmayan taktik nitelikli bir ilişki olduğunun vurgulanmasına rağmen, bu ilişkinin gittikçe yaygınlık ve derinlik kazanması Türkiye ile bölgedeki Arap ülkeleri arasında ciddi bir güven probleminin doğmasına yol açmıştır.
2- YAKIN DENİZ HAVZASI
Deniz gücü olmak şart
Davutoğlu’na göre, Türkiye’nin kendi coğrafyası ile çelişkili dış politika oluşumunun en belirgin yönü uzun dönemli ve koordineli bir deniz ve su yolları oluşturulamış olmasıdır. Osmanlı’yı üç kıtaya hakim hale getiren faktörler; Ege, Akdeniz ve Karadeniz üzerinde kurduğu hakimiyet ile çevre denizlere açılabilecek boyutta deniz gücüne ulaşmasıdır.
- Karadeniz havzası stratejisi Soğuk Savaş sonrasında artık sadece askeri alanla sınırlı kalamaz. Bu havza özellikle ekonomik açılım için etkin bir tarzda kullanılmalıdır. Atak bir politika ile Karadeniz Türkiye’nin bir taraftan Doğu ve Kuzey Avrupa’ya, diğer taraftan Kafkaslar ve Orta Asya’ya açılmasını sağlayacak bir deniz yolu olarak görülmeli ve bu doğrultuda bir altyapı çalışmasına gidilmelidir.
- Doğu Akdeniz stratejisinde öncelikle, Türkiye’nin Kıbrıs ve Ege politikası Soğuk Savaş sonrası konjonktür çerçevesinde yeniden gözden geçirilmelidir. Türkiye, Ege’deki uluslararası alanları daha etkin bir şekilde kullanacak güçlü bir ticaret filosuna sahip olmalıdır.
- Basra Körfezi ve Hint havzasını bir arada ele alan Davutoğluna göre, Türkiye’nin dünyanın en önemli enerji kaynaklarına sahip olan Körfez’e bu kadar yakın olmakla birlikte bölge üzerinde bu kadar etkisiz olması dış politika geçmişinin en büyük zaaflarındandır.
- Hazar Denizi Türkiye’nin Orta Asya’ya açılmasında kilit önemdedir. Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan arasında Hazar konusunda Rusya karşısında gerçekleşecek bir işbirliği Türkiye’nin Orta Asya politikasının esaslarından olmalı.
3- YAKIN KITA HAVZASI
Asya ve Afrika ihmal edilmemeli
Yakın Kara Havzası; Kuzey Afrika, Güney Asya, Orta ve Doğu Asya’yı içeriyor.
- Avrupa, birinci derecede önem taşıyan yakın kara havzası niteliği taşımaktadır. Türkiye-AB ilişkileri Türkiye’nin Avrupa kıtası içindeki konumu açısından en temel parametrelerden birisi olmakla birlikte yegane belirleyici unsur olarak görülmemelidir. Türkiye’nin Batı Avrupa ile ilişkileri Doğu ve Orta Avrupa bağlantısı ile anlamlı ve süreklilik arz eden bir coğrafi boyut arz edebilir.
- Asya’da ise özellikle Doğu Asya’da ortaya çıkan finans-ağırlıklı ekonomik alan ile Orta Asya’da yeni kaynak paylaşımları doğuran jeoekonomik alan, kıtanın Soğuk Savaş sonrası dönemde uluslararası güç kaymalarım etkileyebilecek bir önem kazanmasına yol açmıştır.
- Afrika’daki gelişmelere tümüyle ilgisiz kalmak veya hala bakir kaynaklara sahip olan bu kıtayı geri kalmış ülkeler topluluğu olarak görmek Türkiye için mazur görülemez bir zaaf oluşturmaktadır.
‘Komşularla sıfır sorun’
Davutoğlu, Yakın Kara Havzası ile ilişkilerin nasıl olması gerektiğini ele aldığı bölümde dışişleri bakanlığının ilk döneminde ‘komşularla sıfır sorun’ olarak tanınan politikasını da anlatıyor. Davutoğlu’na göre, Türkiye’nin yakın komşuları ile olan ilişkilerinin sürekli gergin tutulması dolaylı olarak Türkiye’yi sınırlarına hapsederek kontrol altında tutmaya yöneliktir. Örneğin, BM, NATO ve AB ile ilişkilerde sürekli olarak birbirlerini kollayan Türkiye ve Yunanistan’ın bu karşılıklı zaafı diğer ülkeler tarafından gerektiği anda ciddi şekilde istismar edilmiştir. Ortadoğu’da da aynısı geçerlidir. Davutoğlu, “İran, Suriye ve Irak ile sürekli çatışan bir dış politika konjonktürünün getireceği zararları dengeleyecek hiçbir alternatif ittifak politikası yoktur” demektedir. Düşman ve gerilim yaratmak yerine komşularla ekonomik ve kültürel alanlarda karşılıklı bağımlılık ilişkisi oluşturulmalıdır. Bu da ulaşım imkânlarının genişletilmesi, sınır ticaretinin yaygınlaştırılması, karşılıklı küresel mübadele programlarının artırılması, iş, emek ve sermaye tarnsferinin kolaylaştırılması ile mümkün olur.
Davutoğlu’nun ‘Stratejik Derinlik’ haritası
İlkokuldan beri duymaya alıştığımız bir ifadeye göre “Türkiye jeopolitik konumu açısından öneme sahiptir.” Davutoğlu da ‘Stratejik Derinlik’ kitabında bu sihirli kelimenin Türkiye’nin en önemli kozu olarak sürekli ileri sürüldüğünü belirtiyor. Ancak, Davutoğlu’na göre, Türkiye Soğuk Savaş sonrasında Türkiye’nin jeopolitik konumu dünyaya açılım stratejisinin bir parametresi olmaktan ziyade statükoyu koruma stratejisinin aracı haline geldi. Davutoğlu, bu durumun zamanla jeopolik avantajların kullanılamaz hale gelmesine yol açtığını savunuyor. Davutoğluna göre, jeopolitika dünyaya açılmanın ve bölgesel etkinliği küresel etkinliğe dönüştürmenin aracı olmalıdır. Davutoğlu’nun tezine göre, Türkiye’nin kullanabileceği üç önemli jeopolitik etki alanı bulunmaktadır. Ancak, Türkiye uluslararası çevreye “kademeli” olarak açılabilmek için bu etki alanları içinde taktik önceliklere dayalı bir sıralama yapmak zorundadır.
Teoriye göre ortaya çıkan harita ise şöyle:
‘İki önemli müttefik’
Davutoğlu’na göre, Azerbaycan Türkiye için Kafkaslarda en önemli stratejik müttefiktir. Kafkaslarda Azerbaycan, Balkanlar’da ise Arnavutluk istikrarlı ve güçlü bir bölgesel konum kazanmadıkça, Türkiye’nin her iki bölgedeki ağırlığını artırabilmesi de, yakın deniz havzası içinde olmakla birlikte sınır-ötesi etkinlik alanları içinde kalan Adriyatik ve Hazar’a yönelik politikalar geliştirebilmesi de mümkün olamaz.