Delhi gezimize devam ediyoruz. Sırada Hindu tapınakları, tarotçu, alışveriş ve dünyanın en iyi restoranlarından Bukhara var...
Eski Delhi’de bisikletli tuktukla Red Fort’un önüne geliyorum. Bir benzeri de Agra’da olan Kızıl Kale’nin içinde 45 derece sıcakta yürürken yorgun düşüyorum. Kaleden sonra Khan Market’te bir kitapçıda kendimi kaybediyorum. Burada hiç aklınıza gelmeyecek kitaplara rastlamak mümkün ve fiyatlar da çok uygun. Sonra Hindistan’da bir tekstil ofisinde yemeğe gidiyorum. Ev yapımı yemekler de 5 yıldızlı otellerin yemekleri kadar başarılı. Bu kadar baharatı neye koysanız olur.
‘Hindular’ın Disney World’ü: Akshardam’
Öğleden sonra asıl zorlu süreç başlıyor. Akshardam gezilecek. ‘Hindular’ın Disney World’ü diyorlar Akshardam’a. Müthiş bir Hindu tapınağı. Buraya girmek için saatlerce sıra bekliyorsunuz, yanınıza fotoğraf makinesi ve cep telefonu da dahil hiçbir şey almaya izin yok. O kadar sıra bekleyip de güvenlikten geçtikten sonra tapınak gerçekten olağanüstü ama yeni yapıldığı için Disney World etkisi yaratıyor insanda. Tarihi yapıların etkisini vermiyor. Bu arada telefonsuz kalınca rehbere daha çok yanaşıyorum. Üstümde ne telefon, ne para, hiçbir şey yok. Rehberi kaybedersem yandım diye düşünmekten Akshardam’ı rahat gezemiyorum.
Akshardam sonrası kendimizi Emporio Mall’a atıyoruz, amaç Hintli tasarımcıların yaptıklarına bakmak ama geldiğimizde mağazalar kapanmış oluyor. Burası İstinye Park ayarında son derece lüks markaların olduğu bir alışveriş merkezi. En üst katında ise Set’z diye ünlü bir restoran var. Orada yemek yiyoruz. Menü yine her telden çalıyor ama yemekler çok lezzetli.
Kırmızı ipler kötülüklerden koruyor
Üçüncü güne bir Hindu tapınağında başlıyoruz, okunmuş kırmızı iplerden alıyoruz. Dua ederek bileğinize takıyorlar, dilerseniz okunmuş kırmızı iplerden alabiliyorsunuz da eşe dosta vermek için. Kırmızı ipler de bizim nazar boncuğu gibi kötülüklerden koruyor, güç ve ün getirdiğine inanılıyor.
Sonra Sharma Farm diye bir antikacılar çarşısına gidiyorum. Burada eski ve eskitilmiş eşyalar var. Özellikle kapılara bayılıyorum, işçilik süper, ama ne yazık ki onları eve getirmek mümkün değil. Zaten getirebilsem bile koyacak yer yok. Sharma Farm’dan sonra Handicraft Emporio diye devletin işlettiği turistik mağazalardan birine gidiyorum. Turistik mağazalarda bir numara yok. Sonra sırada Shaw Brothers var. Pashminaları, kaşmirleri meşhur bu mağazada cemiyet hayatımızın ünlü kadınlarının adlarını tek tek sayıyorlar. “O şunu alır, bu şunu alır” diye, şaşırıyorum alışveriş uğruna herkes nerelere gidiyor diye.
Sonra Oberio oteldeki mağazalara uğruyorum. Geleneksel takıların en güzeli burada var, Nişantaşı’nda da olan Gem Palace’ın ürünlerini de satıyorlar. Sonra şehir dışında başka bir Oberoi otele yemeğe gidiyoruz. Önünde lacivert dev bir havuz var. Üstüne iskeleler kurulmuş. Sanki deniz kenarında gibi yemek yiyorsunuz. Yemekten sonra sırada tarotçu var. Buraya kadar gelip de fal baktırmamak olmaz. Fala inanma, falsız da kalma deyip Hintli bir tarotçunun evinde buluyoruz kendimizi. Böylece bir Hintli evini de ziyaret etmiş bulunuyoruz. İnanılmaz, ama tarotçu bir sürü şeyi biliyor, çok olumlu şeyler söyleyince çocuk gibi seviniyorum.
Dünyanın en iyi kebapçısı: Bukhara
Günün finali ITC otelin içindeki (eski Sheraton) Bukhara’da. Bukhara her yıl dünyanın en iyi restoranları listelerine giriyor. Bu yıl dünyanın en iyi restoranları lisetesinde 83. seçilmiş. Burası aslında bir kebapçı, etrafta etler, kebaplar asılı. Önlük veriyorlar, et yiyenlere kırmızı, vejetaryenlere yeşil renkte. Önlükleri takıyor, yemeklere ellerinizle yumuluyorsunuz çünkü burada çatal bıçak yok. Elle yenildiği için mi bu kadar lezzetli geliyor bilmiyorum ama ellerinizi yiyecek kıvama çok çabuk geliyorsunuz. Etler çok iyi marine edilmiş ve çok ayarında pişirilmiş. Hiç kırmızı et yiyemeyen ben bile kuzu tandıra bayılıyorum. Bukhara boşuna Bukhara olmamış. Bu arada çok teklif almalarına rağmen şube açmak istemiyorlar.