08.06.2014 - 02:30 | Son Güncellenme:
DAMLA YUR - NEDEN BU KADAR ÖFKELİYİZ? - 2
Türkiye 2014 yılının ilk gününe Isparta’da boşanma davası açtığı eşi tarafından vurulan Ayşe Güzel’in ölüm haberiyle uyandı. O günden bugüne erkek şiddeti ve devamında gelen ölümler hiç durmadı. Yılın ilk 5 ayında erkek şiddeti sonucu öldürülen 116 kadının bir çoğunu Türkiye “Öfkeli ya da cinnet getiren koca, eş, sevgili” tanımlamalarıyla okudu. Uzmanlara göre ise bunun adı ne cinnet ne de sadece öfke...
Uşak’ta geçtiğimiz nisan ayında eşi Adnan S. tarafından çalıştığı fabrikada av tüfeğiyle vurulan Hatice S.’nin ölüm haberini “Öfkeli koca dehşet saçtı” başlığı ile öğrendik. Zonguldak’ta Durukan Akcan’ın, oğlu Resul Kaan Akcan’ı (8), eşi Elif Akcan’ı (28) ve kayınvalidesi Nurcan Açıkgöz’ü (49) vurup ardından kendisini öldürmesini ise “Cinnet dehşeti” olarak okuduk. Diyarbakır’da eşi tarafından şakaklarına elektrik verilerek öldürülen Mübarek Turan’ın (33) haberi ise ‘Cinnet getiren koca vahşeti’ olarak sunuldu.
Hafızalarımızdan hiç silinmeyen 1.5 yıl boyunca sistematik şiddete, tecavüze maruz kalıp 2010 yılında Ankara’da öldürülen Ayşe Paşalı da, İzmir’de ilk eşinden gördüğü şiddet yüzünden ayrılıp ikinci eşi tarafından da şiddet görüp 2010 yılında öldürülen Ferdane Çöl de kimileri için ‘öfkeli koca’ kurbanı olmuştu. 2009 yılında erkek arkadaşı tarafından öldürülen Münevver Karabulut’un katili ise kimine göre ‘cinnet getiren sevgili’ydi. Peki bu cinayetlere “öfke” demek bu yaşanılan anlara “cinnet getirmek” demek ne kadar doğru? Ölen kadınların yaşam hakları ellerinden bir anlık davranışla mı alınıyor? Yoksa kadınların öldürüldükten sonra koruma talep ettiklerinin ortaya çıkması, bu cinayetlerin bir anlık öfkeyle işlenmediğinin en büyük kanıtı değil mi? O zaman kadınları erkek şiddeti kurbanı eden bu sistemin adı cinnet ya da sadece öfke mi yoksa kültür mü? Uzmanlar kadına yönelik şiddet ve takibinde yaşanan cinayetlerde ‘cinnet’ ve ‘öfke’nin yerini değerlendirdi.
‘Cinayetleri toplum besliyor’
Cinnetin tutulamayan, bir anlık, kontrolsüz, hatta bilinçsiz bir davranış şekli olduğunu belirten Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği üyesi psikolog Aylin Ülkümen, kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin asla ‘cinnet’ tanımı içinde olmaması gerektiğini söylüyor. Ülkümen, “Mevcut durumda yaşanılan kadına yönelik şiddetin ve sonucunda gerçekleşen cinayetin anlık olmadığı tam tersi sistematik ve toplumla beslenen bir şey olduğu kesin” derken kadına yönelik şiddette öfkenin yerini ise şöyle değerlendiriyor:
“Öfke toplumsal koşullardan beslenen bir şey. Öfkeyi kadına yönelik şiddet olaylarıyla toplumsal koşulları göz ardı etmezsek uzlaştırabiliriz. Kadınları eşleri, sevgilileri, ağabeyleri, akrabaları öldürürken öfke hissetmediğini, taşımadığını söylemek doğru olmaz. Burada konuşulması gereken bunun sadece öfke olmadığı. Toplumdaki erkek egemen yapı öfkenin davranışa dökülmesine sebep olur. Türkiye’de bu öfkenin fazlasıyla davranışa yansıdığını şiddet, cinayet haberleriyle görebiliyoruz. Erkekler öfkeli olabiliyorlar. Ama patronlarına da öfkeli olabiliyorlar. Fakat patronlarına değil evdeki eşlerine bağırıyor, eşlerini dövüyorlar hatta öldürüyorlar. Nerede ne yapabildiklerini bilebiliyor, getirisini hesaplayabiliyorlar. Bunu belirleyen de toplum.”
‘Güçlü kadına tahammül yok’
Psikolog Aylin Ülkümen erkeklerin çoğunlukla kadınlar ayrılmak istedikleri, güçlendikleri zaman öfkelendiklerini belirterek şöyle devam ediyor:
“Kısaca domine edemedikleri zamanlar erkekler öfkelerini kontrol etmek istemiyor. Çünkü domine etmeyi öğrendikleri bir toplumda var olmuşlar. Bunun çözümü bireysel bir öfke kontrolü olamaz. Öfkeyi ortaya çıkaran ve kadına yönelten davranışa mümkün kılan yapı, koşulların kendisi. Bu yapı ve koşullar kırılmalı. O cinayetten kurtulabilme ihtimallerinin olduğunu, bazen sırtlarının sıvazlanacağını bildikleri için erkekler bu kontrolü sadece kendileri sağlayamaz. Erkekliğin içinde olup onaylayan çoğunluk bir tanım vardır, ‘Erkekler ceza alabileceklerini bilirler ama erkekliklerinden bir şey kaybetmezler eşlerini öldürdüklerinde’. Öfkeyi kontrol etmemeyi pekiştiren uygulamaların önüne geçilmesi lazım. Bu cinayetlerde ‘tahrik indirimi’ diye bir tanım varken öfke birey tarafından çözülmesi beklenen bir sorun değildir. Hem yargı hem de toplum nezdinde çözülmeli. Ya da şiddet gördüğü için kadının gittiği ataerkil sistemle beslenen polis, kadının eşini çağırıp, elini sıktıkça erkeğin öfkesini kontrol etmesi beklenemez.”
‘Sorunun kaynağına inilmeli’
Öfke ve cinnet getirmenin “her nedense” kocaların, partnerlerin, erkek aile üyelerinin tekelinde olduğunu belirten İstanbul Üniversitesi Kadın Çalışmaları Birimi öğretim görevlisi Prof. Dr. Fatmagül Berktay ise mevcut durumu şöyle değerlendiriyor:
“Kadına yönelik şiddet, çocuk istismarı ve erken yaşta evlilikler olgusu içerisinde çok sıkı bir ilişki var. Bunların hepsi aynı zeminden ve zihniyetten kaynaklanıyor. Biz bu zemini ve zihniyeti değiştirmeyip sadece cezaların caydırıcılığına, öfkeyi kontrol ettirmeye dönük çalışırsak bunu sağlayamayız. Sorunun kaynağı olan zihniyetle mücadele etmek lazım. Erkeklerin öfkesini mazur gösteren kültür, kadını ve çocuğu kocanın ve babanın mülkü, sahip olunan şeyler olarak görüyor. Ataerkil sistem olan bu düzen, erkeklerin çıkarlarını üstün sayıp kadınları ve çocukları kendi varlıklarına sahip özerk bireyler olarak görmez. Bu yüzden de nitekim boşanmak isteyen kadını sahibi olarak gören koca şiddet uygulamayı, katletmeyi hakkı olarak görüyor. Birey olarak görmediği için de onların ‘namus’unu korumakla kendisini vazifeli görüyor. ‘Aile reisi’ babanın, kocanın yaşattığı şeyin adına ‘öfke’ denilemez.”
‘Mesele kadının üzerinde kurulan gücü kaybetmeme’
Psikoterapist Pınar İlkkaracan, öğretim görevlisi olduğu Boğaziçi Üniversitesi’nde kadına yönelik şiddet ve cinayetler de öfkenin yerini araştıran çalışmaları incelediklerini ancak hiçbir bulgunun bu yaşanılanı ‘öfke’ kabul etmediğini belirterek şu değerlendirmede bulunuyor:
“Araştırmalarda şiddet uygulayan erkekler ve uygulamayan erkeklerin psikolojilerine ilişkin yapılan testlerde fazla öfke ya da öfke kontrol edememe gibi şeylerle karşılaşılmıyor. Çünkü bunun adı öfke falan değil. Çok net sonuç, meselenin kadının üzerinde güç ve iktidar kurup bu iktidarı kaybetmeme isteği. Kadın katillerinde öfke kontrol sorunu falan yok. Türkiye’de baktığımız şiddet sadece bir noktadan değil. Ekonomik şiddet, cinsel şiddet her zaman fiziksel şiddetle birlikte geliyor. Belki de fiziksel şiddetle göz önüne çıkartılıyor. Eğer bu sadece öfke olsa bu kadar alanlara yayılmış, sistematik bir şiddet olmaz maruz kalınan. Okuyoruz, ‘3 defa koruma kararı aldırdı’, ‘Uzaklaştırma cezası vardı’ gibi ayrıntıları. Bunlar tesadüf olabilir mi? Ya da bunları okuyup öfkeli koca diyebilir miyiz? Asla.”
Namusuma leke sürdü, öfkelendim
Cinnet getirmenin ya da öfkeli olma savunmalarının kanunda yeri olmadığını ancak sanıkların ‘namus’ kelimesiyle ‘haksız tahrik’ indiriminden yararlandıklarını vurgulayan İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkanı avukat Hale Akgün de erkek şiddetinin adının öfke ve cinnet olamayacağını, bunun sadece ‘ataerkil kültür’ olduğunu söylüyor. Akgün, mevcut yasalardaki ‘erkek şiddeti’ne bakış açısını şöyle anlatıyor:
“Öfkenin yargı kararını etkilemesi için Ceza Kanunu’nda olması lazım. Ancak böyle bir tanım kanunda yok. Fakat bunu ‘cinnet getirdim, öfkelendim. Çünkü namusuma leke sürdü’ diye gerekçelendiriyorlar. Cezada sadece bireyin iradesini etkileyecek akıl hastalıkları indirim sebebi olur. Kişilik bozuklukluğuna ceza kanunu indirim tanımaz. Öfkeyi kontrol etme kişilik bozukluğu iken yargı işin içinde namusu görünce öfkeyi koruyor. Yasa da öfkenin yerinin olmamasına rağmen uygulamada olması büyük sorun. Kadın cinayetlerinde bu öfke, cinnet cümlesi sanığın savunmasında çok kullanılıyor. Ancak haksız tahrik uygulamasının kadın cinayetlerinde yeri olamaz.
Yetiştirilme tarzı etkili
Çünkü bu cinayetler tamamen kadını sahiplenmeyle doğan ataerkil düzenin sonucu. Kontrol etmek istemedikleri öfke de bunlara bulunan kulp. Erkekler bu sistemle yetişmese reddedilmek ya da kadının başarısına tanık olmak öfke yaratmaz ya da cinnet getirmez. Öfkelerine namus kelimesini de takıp bu kavrama insanların sığınmasını istemiyoruz. Bu sığınmayı ancak kanun değiştirebilir. Ceza kanununda kasten öldürmeyle ilgili maddede ‘töre saiki’ ağırlaştırılmış müebbet hapis sebebiyken haksız tahrik sebebi hâlâ ‘namus saiki’. Bu düzeni değiştirecek olan kültür bu kültüre destek çıkacak ise yargı olmalı.”
‘Kadını koruyan haklarıdır’
Ailedeki kadınların öldürülmesi, kız çocuklarının istismar edilmesini yaratanın mülkiyet duygusu olduğunu söyleyen Berktay, sözlerine şöyle devam ediyor:
“Çünkü nesne olarak görülen bir anlayış hakim. Bu anlayışı kadınlar, kolluk kuvvetleri, mahkemeler de paylaştığı için çözüme yönelik sonuç alınamıyor. Bir yandan da aileyi güçlendirme çalışmaları var. Ancak şunu unutmamak lazım; aile kadını ve çocuğu korumaz. Çocukları ve aileyi koruyacak şey haklardan geçiyor.
O hakların kullanılmasını sağlamak ve kadını güçlendirmek lazım. Kadınlar birey olarak görmeden, ekonomik, toplumsal statü olarak güçlendirmeden yüzlerce, binlerce yıllık bu zihniyetle uğraşmak yerine aileyi koruyalım derseniz o ailenin çoğu zaman kadınlar ve çocuklar için cehennem olduğunu görmemiş olursunuz. Öfkeyi görmeyen, öfkeyi kontrol edemez ki. Çünkü erkekler öfkelenmekte kendilerini haklı görüyorlar. Bunu etrafındaki toplulukta öyle gördüğü sürece sorun çözülmez. Şu andaki aile politikaları da bu görüşü
destekliyor.”
YARIN: Öfkenin silahla buluşması