Nuri Bilge Ceylan'a göre en iyi 10 film;
10-L’eclisse(Batan Güneş) 1962, Yön: Michelangelo Antonioni
İtalya-Fransa ortak yapımı psikolojik dramatik filmdir. Özgün adı L'Eclisse olan filmi Michelangelo Antonioni yönetmiş, başrollerinde Alain Delon ve Monica Vitti oynamışlardır. "Batan Güneş" bir Raymond ve Robert Hakim yapımıdır.
Film, gayriresmi olarak "Michelangelo Antonioni'nin İletişimsizlik Üçlemesi" de denen üçlemesinin son filmidir. Üçlemenin diğer iki filmi L'Avventura (Macera, 1960) ve La Notte (Gece, 1961)'dir (Bazı eleştirmenler bu üç filme Il Deserto Rosso (Kızıl Çöl, 1964)'yu da dahil ederler).Roma 'nın banliyösünde yaşayan çevirmen Vittoria (Monica Vitti),sorunlarla geçen bir geceden sonra yazar olan nişanlısı Ricardo (Francisco Rabal)'dan ayrılır ve Roma'ya bir borsa bağımlısı olan annesini ziyarete gider.Burada borsa simsarı Piero (Alain Delon) ile tanışırlar.Bir materyalist olan Piero ile mutsuz ve boşvermiş Vittoria arasında başlayan yakınlaşma ikisinin de yanlızlıklarına son vermez.
9-L’avventura (Macera) 1960, Yön: Michelangelo Antonioni
İtalya - Fransa ortak yapımı psikolojik drama filmidir. Özgün adı L'Avventura dır. Uluslararası yarışma ve festivallerde The Adventure adı ile gösterime sunulmuştur. Film 1972 yılı başında Sinematek'te Serüven adıyla gösterilmiştir.
Senaryosunu Michelangelo Antonioni 'nin yazıp yönettiği filmin baş rollerinde Gabriele Ferzetti ve Monica Vitti oynamışlardır. 1960 Cannes Film Festivali'nin açılış filmi olan L'Avventura'ya bu festivalde "Jüri Özel Ödülü" verilmişti. Bu filmden sonra yönetmen Antonioni'ye ve aktris Monica Vitti'ye de uluslararası şöhretin kapıları açılmış oldu. "L'Avventura" ve aynı yıl gösterime giren Federico Fellini'nin Tatlı Hayat'ı (La Dolce Vita) (1960) ve Jean-Luc Godard'ın Serseri Aşıklar'ı (À bout de souffle 1960) birlikte sanat sinemasında yeni bir çağın başladığını haber veriyorlardı.
Bu film Michelangelo Antonioni 'nin II. Dünya Savaşı sonrası İtalyan burjuvasının iletişimsizliğini, boşlukta kalmalarını, tedirginliklerini, sıkıntılarını ve bir türlü mutluluğu bulamamalarını, aşklarının sürekli olmayışını irdelediği üçlemesinin ilk filmidir. Gayriresmi olarak "İletişimsizlik Üçlemesi" de denen üçlemenin diğer iki filmi La Notte (Gece)(1961) ve L'Eclisse (Batan Güneş) (1962)'tir (Bazı eleştirmenler bu üç filme Il Deserto Rosso (Kızıl Çöl) (1964)'yu da dahil ederler)
Roma'lı bir grup zengin insanın Sicilya açıklarındaki minik ve ıssız bir volkanik adaya yaptıkları yat gezisi sırasında aralarından bir kadının birden bire ortadan kaybolması ve sonrasında aramalara canla başla katılan bu insanların yavaş yavaş ilgisizleşerek kendi dünyalarına dönmeleri konu edilmektedir. Ağır tempolu bu filmin klasik bir dramatik anlatımı yoktur, ortada bir macera filan da yoktur, hatta filmde hiçbirşey olmaz. Bu nedenle Cannes'daki ilk gösteriminde filmi anlamayan bazı seyirciler tarafından önce yuhalanmıştı. Ancak eleştirmenler ve jüri üyeleri Antonioni'nin bu yepyeni üslubunun hemen farkına vararak sinemanın görsel anlatım diline getirdiği yenilikten ötürü filme "jüri özel ödülü" vermişlerdir. Film aynı zamanda "
Altın Palmiye" ye de aday gösterilmişti.
Ayrıca Antonioni ve Vitti BAFTA'ya aday gösterildiler. Antonioni'ye ayrıca İngiliz Film Enstitüsü (BFI) tarafından "Sutherland Trophy" ödülü verilmiştir.
8- Scenes from a Marriage(Bir Evlilikten Manzaralar) 1973, Yön: Ingmar Bergman
Marianne ve Johan’ın on yıllık evliliklerini masaya yatıran film, çiftin ayrılıklarını, evlilik dışı ilişkilerini, barışıp yeniden ayrılmalarını ve en nihayetinde de boşanmalarını konu ediyor. Boşandıktan sonra bile birbirinden kopamayan Marianne ve Johan çiftinin her görüşmeleri ayrı bir kavgayla sonuçlansa da birbirlerine olan sevgileri şartlar ne olursa olsun galip geliyor. Film evlilik hayatıyla ilgili çok önemli kelamlar ederken aynı zamanda izleyiciyi psikolojik olarak Marianne ve Johan’ın ilişkisine hapsediyor. Başta Woody Allen olmak üzere birçok yönetmeni etkileyen Bergman’ın bu filmi aynı zamanda en iyi yabancı film dalında altın küre sahibi.
7- Shame(Utanç) 1968, Yön: Ingmar Bergman
Ingmar Bergman’ın bir savaş durumunda insanların ne tür tepkiler verdiklerini incelediği psikolojik bir çalışma. Film istilacı kuvvetlerin geldiği Gotland’de geçiyor. Jan ve Eva Rosenberg, iç savaşın ardından huzurla yaşamak için bir adaya yerleşirler. Ancak asker dolu bir uçağın yaşadıkları adaya düşmesi sonucu tüm dengeleri ve huzurları bozulur.
Tüm askerlerin adayı bir savaş alanına çevirmesiyle, hayatlarını tehdit altında gören genç çift, başka bir yere kaçmak isterler. Ancak yakalanarak isyancı askerlere yardım ve yataklık etmekle suçlanırlar. Albay Jacobi, adayı savunan ordunun başındadır ve onlara yardım edecektir. Bunun için bir talebi söz konusudur. Eğer Eva ile beraber olabilecekse hiçbir engel yoktur ortada.
6- Au Hasard Balthazar(Rastgele Baltazar) 1966, Yön: Robert Bresson
1966 Fransa - İsveç ortak yapımı dramatik filmdir. Özgün adı Au Hasard Balthazar olan film Mayıs 1971'de Türk Sinematek Derneği'nde özgün adıyla gösterildi. 1990'da 9. ,2000 yılında da 19. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde, son olarak da Mart 2009'da Ankara Uluslararası Film Festivali'nde "Rastgele Balthazar" adıyla gösterildi.
Sıklıkla bir "film ressamı" olarak tarif edilen ve
sinema tarihinin en ayrıksı ve kişisel yönetmenlerinden biri olan Robert Bresson'un 50 yıllık kariyeri boyunca çevirdiği her biri ayrı bir kategoriye sokulabilecek 14 filminden 8. sidir. Filmin senaryosunu da Bresson yazmış ve her zaman olduğu gibi bu filminde de amatör oyuncularla (Bresson onlara model demeyi tercih ediyordu) çalışmıştır. Oyunculardan Anne Wiazemsky (Marie rolünde) ve François Lafarge bu filmden sonra profesyonel olmuşlardır.
Kendine özgü deneyüstücü (transcendental ) ve ruhani (spiritual) sade bir üslup geliştirmiş olan Bresson koyu bir Katolikti ve bu filmi de birçok filmi gibi dinsel alegoriler içeren bir mesel olarak kabul edilebilir. Filmin baş kahramanı bir eşektir ve doğduğunda ilk sahipleri olan çocuklar tarafından bir oyun olarak vaftiz edilirken Balthazar ismi verilmiştir. Filmde Balthazar'ın doğumundan ölümüne kadar olan çileli öyküsü ve ona paralel olarak olayın geçtiği köyün ve oradaki yaşamın öyküsü 'resmedilir'. Eşek kimisi şefkatli kimisi zalim çeşitli sahipler arasında el değiştirdikçe ve onlardan eziyet gördükçe bir anlamda yüklerini çektiği bu insanların günahlarını da çeker. Bresson'un bir hayranı olan Jean-Luc Godard'a göre "Rastgele Balthazar" bir buçuk saate sığdırılmış yaşamın ta kendisidir.[6][7]
Film Bresson'a aynı yıl Venedik Film Festivali'nde OCIC ödülü kazandırmıştı. 1967'de ise kendi ülkesinde, "Fransız Sinema Eleştirmenleri Sendikası En İyi Film Ödülü" nü aldı
5- A Man Escaped(Bir İdam Mahkumu Kaçtı) 1956, Yön: Robert Bresson
1943 yılında Fransa. Teğmen Fontaine (François Leterrier), Gestapo tarafından yakalanıp Montluc kalesinde hapsediliyor. Teğmen özenle planladığı kaçışını ölüme mahkûm edilene kadar erteleyip duruyor. Almanlarla çalışmış olduğu bilinen genç bir çocuk olan Jost (Charles Le Clainche), onun hücresine yerleştiriliyor. Fontaine, kaçışını gerçekleştirebilmesi için onu öldürme ya da ona güvenme ikilemiyle karşı karşıya... Bir Fransız Direniş savaşçısı olan André Devigny'nin, Lyon'da Montluc kalesindeki çok iyi korunan hücresinden savaş sırasında kaçışının gerçek öyküsü
4- Late Spring / Banshun (1949, Yön: Yasujirô Ozu)
II. Dünya savaşı sonrası dul bir adamla evlilik çağındaki kızının hikayesi.
3- Tokyo Story (Tokyo Hikayesi) 1953, Yön: Yasujirô Ozu
Dönüşmekte ve batılılaşma yolundaki Japonya'nın taşra kentlerinden birinde yaşayan yaşlı karı-koca, uzun zamandır kendilerinden ayrı yaşamakta olan çocuklarını ziyaret etmek için başkent Tokyo'ya doğru uzun bir yolculuğa çıkarlar. Çeşitli beklentilerle ve umutlarla çıkılan bu yolculuk, Tokyo'ya vardıklarında çocukları tarafından ilgisizce karşılanmalarıyla son bulur. Başkentte geçirdikleri zaman boyunca yaşlı çiftin çocukları kendi aileleri ve iş hayatları gibi nedenlerle sürekli meşguldürler ve bu yoğunluklar nedeniyle anne-babalarına gereken ilgiyi gösterememektedirler. Bu süreçte yaşlı çiftle ilgilenen tek kişi savaşta ölen oğullarının dul karısı olur. Kırgın olarak evlerine geri dönen anne-baba, acı bir haberle tüm çocuklarını tekrardan toparlayacaktır.
Sinema tarihinin gelmiş geçmiş en önemli başyapıtlarından biri olan Tokyo Story, eşsiz yönetmen Yasujiro Ozu imzalı.
2- Andrei Rublev (1966, Yön: Andrei Tarkovsky)
15. yüzyılda Tatarların saldırıları altında inleyen Rusya’dayız. Andrei Rublev hem bir keşiş hem de ikona ressamıdır. Barbarlık, şiddet ve kana kontrast olarak doğanın mucizevi güzelliği ve inanç Rublev’in beslendiği kaynaktır. Ne var ki bir köylü kızını tecavüzden kurtarmak için bir adamı öldürmek zorunda kaldığında hayatı ve Tanrı inancını yeniden sorgular.
Yaratıcılık ateşinin, konuşmama ve resim yapmama yemini eden Rublev’in içinde yeniden yanmaya başlaması için toy bir delikanlının dev bir çan imal etmesini seyretmesi gerekecektir. Bu aslında sanatçı keşişin eserlerine gerçek renk ve hayatın da gelmesinin işaretidir.
Einsenstein’ın Korkunç İvan’ıyla birlikte geçen yüzyılın en önemli sinema yapıtlarından biri sayılan Andrei Rublev’in gün yüzü görmesi için uzun bir süre geçmesi gerekti. Dış dünyadaki romantiklerin sandığını aksine Sovyetler Birliği sadece resmi ideolojinin dümen suyundan çıkmayan sanatçıları baştacı ediyordu. Uzun yıllar engellenen, defalarca sansürlenen ve montajlanan film, 70’li yıllardan itibaren yavaş yavaş kendini uluslararası arenada göstermeye başladı.
1- Mirror (Ayna) 1975, Yön: Andrei Tarkovsky
Birçoklarına göre Tarkovsky’nin en derinlikli eseri olan Ayna, yönetmenin kendi yaşamından yola çıkarak aşk, anılar, bağlılık ve belki de hayatın kendisi üzerine şiirsel bir film. Tarkovsky’ninki olup olmadığı belirsiz, orman içinde bir kulübede, II. Dünya Savaşı’nın öncesinde, yönetmenin eski karısı, annesi, babası, kendi ve ebeveynlerinin kuşakları arasında gidip gelerek anlatılan bir
rüya, Ayna’nın yansıttıkları.Efsanevi yönetmenin anne ve babasının gerçekten iştirak ettiği film, ailenin evlerinin eskiden bulunduğu aynı yere hakikaten inşa edilen bir kulübede çekildi. Baba Tarkovsky şiirlerini kendi sesiyle okudu. Anne ise kameranın karşısına geçti.Eleştirmenler Tarkovsky’nin aslında bu filmi Solaris’ten önce çekmek istediğini ancak Sovyet sansürcülerden ürktüğü için politik olarak daha az ristli olan filmi öne aldığını söylerler.
Kaynak:filmhafizasi.com